26 Aralık 2020 Cumartesi

Bir an

Nasılsın ?

Nasıl geçiyor günler ?

Sana da saatler yaşamaya yetmiyormuş gibi geliyor mu ?

Sürekli varmayı düşünüp o yöne koştuğum, günün sonunda ise yolda kalmış ve yorulmuş vaziyette başımı yastığa koyduğum günler geçiriyorum. 

Uyuyorum, zaman geçiyor.

Her sabah altıda çenemin altına yerleştirdiği kulaklarını yüzüme sürtmesiyle uyanıyorum, tüyleri burnuma kaçınca hapşırmaya başlıyorum. 

Biraz daha uyuyayım diyorum, alarmı erteliyorum. 

"Bir ara yazarım" diyorum, erteliyorum. 

"Sonra söylerim" diyorum, erteliyorum. 

"Yarın giderim" diyorum, erteliyorum. 

Zaman geçiyor..

Her şeyin ilacı olduğu iddia edilen zaman, teğet geçtiğimiz tüm anların kara deliği oluyor. 

Yaşamayı ertelediğimiz her an, hissettirebileceği duyguların tümünü alıp o delikte kayboluyor.

Biz ise kara deliğin çeperine yerleşen "keşke"lere çarpıp geri sekiyoruz. 

Keşke varsaydım diyorum bugünlerde. 

Sonra düşünüyorum, varmak durmaksa eğer ben hep yolda olmak istiyorum.. 26/12/2020 - 22:02


Güzel bir gün olsun. 

Keyifle dinleyin.





4 Aralık 2020 Cuma

Dilek

Siyah kalın çizgileri olan beyaz kapının önünde durup içeride konuşulanları dinlerken bir sene önce bugünü yeniden yaşıyor gibiydim. 

Yabancı bir hissin tekrarını yaşarken aynı derecede yabancı hissedebiliyormuş insan. 

Peki hangisi daha zor sence ?

Bir savaşın ortasında olmak mı yoksa bu savaşın çok sevdiğin birinin kurtuluş savaşı olması mı ?

Sanırım bana en zor gelen bu savaşın ortasında silahsız bırakılmış olmak.

Peki tüm okların tek hedefi ve tüm silahların tek sahibiyken etrafındaki herkese siper olabilmeyi nasıl başarıyor ?

Ona sorsam "ben şanslı bir kadınım" der gülerdi. 

Bana sorsan "asla anlayamayacağım" der herkese yorgan olmaya çalışırken esneyip inceliyor oluşuna sitem ederdim. 

Ama hayat, istesen de istemesen de seni ısıtıp o kalıba döküyormuş.

Sabır, hangi mevsimde açacağını bilmeden her gün aynı çiçeği sulamakmış. 04/12/2020 -21:21


Yarın çok güzel bir gün olsun.

Keyifle dinleyin.


29 Kasım 2020 Pazar

Bir yer

Ne güzel bir sabaha uyanmışız.

Bahariye'den Moda'ya kadar yürümüş, güneşi sünger gibi içimize çekmişiz.

Şehir değiştirmenin insana verilmiş yeni bir anahtar olduğuna inanmışım.

Saatler geçmiş, soğuk çenemizi titretmiş.

Bir kahve içmişiz sonra bir kahve daha..

Yanlış anahtarlarla kapıları açmaya çalıştığım için mi bir türlü giremiyorum içeri diye serzenişte bulunmuşum.

Yanlış kapıları zorluyorsundur belki demişsin.

Akşam olmuş, iyotlu hava öpmüş güzel yüzünü. 

Vazgeçemediğim kapılar mı yoksa ait olma arzusu mu bilememişim.

Zaman geçmiş.

Hep çok özlemişim.. 29/11/2020 - 18:45


Güzel bir gün olsun. 

Keyifle dinleyin.


19 Kasım 2020 Perşembe

En

 Fotoğraftaki kadını tanıyor musunuz?

Bu kadın istisnasız her sabah beşte kalkıp öğrencileri için dersine çalışan bir öğretmen.
Bu kadın, üzerine çullanan her şeyi dürüp büküp sandıklara kapatabilmiş, elinin tozunu silkip yoluna devam edebilmiş güçlü bir kadın.
Bu kadın, zamanın üzerine diktiği bencillik zırhını kenara bırakıp çocuklarına sarılmış bir anne.
Bu kadın, karşılıksız yapılan iyiliklerle tanışmama vesile olmuş bir arkadaş.
Nefessiz kalıp sınandığım anların hepsinde hayatla arama hendekler kazabilmek için kürekler kuşanmış bir kardeş.
Bu kadın, her seferinde mucizelerinden birini daha gerçekleştirip küllerinden doğabilmiş bir evlat.
Bu kadın, benim şu hayattaki en büyük gurur kaynağım.
Bu kadının kolları benim ilk evim.
Bu kadın benim annem.
Annem.
Benim bile kendime inanmayı bıraktığım anlarda bana inanmaktan asla vazgeçmeyen tek insan.
Bugüne dek düşüyorum dediğim zamanların hepsinde kendimi onun kollarında buldum.
Beni yakaladığı anların hepsinde kulağıma yumuşacık sesiyle "yanındayım" dedi.
Güven duygusu ile tam da bu anlardan birinde el sıkıştım.
Vitrinine dizdiği tüm güzel duyguları tek tek üzerime giydirdi.
Aynaya her baktığımda bir öncekinden çok daha güzel görünüyordum.
Bazen üzerime göre olmadığı da oldu.
İstemiyorum diye direttim de zaman zaman.
Ağladım zırladım da hatta.
Öyle zamanlarda iğneyi ipliği eline alıp tam bana göre olmasını sağlamasaydın bugünkü ben olamazdım.
Bilmem, belki vitrin camların olmadan bile bu kadar güzel görünüyor olmasaydın seni kırmak bu denli kolay olmazdı.
O camları indirdikten sonra bile cevabını susarak vermeseydin belki de şefkat duygusuyla hiç tanışamazdım.
Hayatla aramdaki şeffaf cam olmasaydın muhtemelen çoktan kırılırdım.
Akvaryumunda beni özgürce yüzdürmeseydin bugün ters dönmüş bir balık olurdum belki de.
Senin gibi bir akvaryum olana dek senin balığın olarak kalacağım.
O gün geldiğinde tek dileğim balıklarımı özgürce yüzdürebilmek olacak.
İyi ki doğdun canımın içi.
Seni çok seviyorum ve çok özlüyorum. 19/11/2015

Aradan geçen beş sene..
Ne garip. Her şey değişmiş ama hiçbir şey eskisinden farklı değilmiş gibi. 
Bir arabaya binmişiz seninle ve yanından geçtiğimiz sokak lambaları, denizler içinden geçtiğimiz tüneller değişmiş sadece. 
Biz hep aynı şarkıyı söylemişiz.
Bazen tünelin sonundaki ışığı göremediğimizi sanıp paniğe kapılsak da şarkıyı söylemeye devam etmişiz. 
Müzik her yavaşladığında yol bitmek bilmemiş, sağa çekip inmek istemişim. 
Yüzümü ellerinin arasına alıp sakinleştirmişsin beni öyle anlarda. 
Hırçınlaşıp geriye dönmek, gitmekten vazgeçmek istemişim. 
En güzel yaşlarım, dönmek istemezdim demişsin. 
Hayret dolu gözlerle seni izlemişim.
Direksiyon hakimiyetine, yola, sana, bana, müziğin güzelliğine olan inancına hayran kalmışım. 
Aradan beş sene geçmiş ve biz aynı şarkıyı söylemeye devam etmişiz. 19/11/2020


Bugün çok güzel bir gün. 

8 Kasım 2020 Pazar

Yol

Nasılsın ?

Bu ara ne çok duyar oldum bu soruyu.

Nasılım ?

Az köşeli gibi sanki. 

Hayat, keskin hatlara sahip olduğunda ne kadar da acımasızmış, nasıl da yakından tanık olduk. 

Aslında hep içimi sıkan şu "süreç"ler , "koridorlar" insanı hayata dahil ediyor, yolları ovalleştiriyormuş.

Yollar kıvrıldıkça hayatın içinde daha az edilgen bir hal alıyormuşuz.

"Neden buradayım" diye sorduğumuz "burada ne işim var" diye isyan ettiğimiz her anın sonunda orada olduğumuzu idrak edebilmiş ve sorularımıza yanıt bulmak için belki biraz şansa belki biraz daha zamana sahip olmuşuz.

Belki çok daha fazlasıdır ve hayat, süreçleri birleştirerek belirlediğimiz güzergâhın sonuna dek yanımızda aklımızdakiyle yürümemize izin verecektir. 

Belki de çok geçmeden virajları ile önce önümüzü sonra nefesimizi kesecektir. 

Kim bilir.. 08/11/2020 - 00:45


Güzel bir gün olsun. 

Keyifle dinleyin.

30 Eylül 2020 Çarşamba

Ayraç

"Sence ben iyi bir kitap ayracı mıyım ?" diye sordu günün birinde durduk yere. 
Güldüm, "kitap ayracı mı ?" dedim şaşkınlıkla.
"Hı hıı" dedi kafasını sallayarak. 
Yüzündeki ciddiyetin sebebi, ona iyi bir kitap ayracı olmadığını fazlasıyla hissettirmişti belli ki.
"Benimleyken insan bu karmaşaya ara verip nefes alabilir mi, bir anlığına bile olsa kitaptan başını kaldırabilir mi ?" diye devam etti. 
Sorusuna cevap aramadığı, bulduğu cevaplardan memnun olmadığı ortadaydı. 
"İyi bir kitap ayracı mısın bilmiyorum ama iyi bir dürbünsün" dedim. 
"Hangisi olmak daha kıymetli ?" dedi.
"Göremediğini yanında hissedemeyen biri için kesinlikle dürbün" dedim net bir tavırla. 
Sonra düşündüm, iyi bir ayraç olmayı yeğledim.
Bazen durmak, farkında olmaktan daha iyi değil midir? 
Ne dersin ?
İyi bir ayraç mısın hayata ? Yoksa sana yaklaştıkça netleşir mi her şey ?

Güzel bir gün olsun. 30/09/2020 - 22:55





22 Ağustos 2020 Cumartesi

Biri var

 Geçenlerde şöyle bir mesaj aldım ;

"Yazdıklarını okumak, seni izlemek gibi."

Öyle mi gerçekten ?

Satırlar arasında buluşup gideceğim yere kadar birlikte mi yürüyoruz ?

Birbirinden habersiz iki insan arasındaki mesafe ne kısa öyleyse.

Ben içeride bir şarkı mırıldanıyorum, kapının önünden geçerken o şarkı diline dolanıyor. 

Yol boyunca aynı şarkıyı söylüyorsun.

Yetmiyor, üst üste defalarca dinliyorsun.

Gün boyunca şarkının aklına nereden geldiğini düşünüyorsun.

Bulamıyorsun. 

Hep böyle değil midir hayat, kendi sahnende aklında neden var olduğunu bilmediğin ama düşünmekten de kendini alamadığın parçaları doğaçlarsın. 

Sana verilen kısıtlı süre boyunca beğendirme kaygısı gütmeden doğaçlamaya devam edersin. 

Sen sahneye taşıdıkça söylediğin, yaptığın her şey sana ait olur.

"Bu da nereden çıktı şimdi ?" derler. 

Önemsememiş gibi görünsen de gün boyunca "neden böyle söyledim" diye düşünürsün. 

Cevap bazen hiç tanımadığın biridir. 

Bulamazsın.. 22/08/2020 - 15:51

 

Güzel bir gün olsun.

Keyifle dinleyin.

 

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Kaç oldum?

Geçen sene bugün dileğim, "tekrarını yaşamak isteyeyim" olmuştu.
Öyle olmadı, olsun.
Bu yaşı, yaşattıkları ile çok severim belki.
Ne dersin, çok seversem başa sarabilir miyim ?
O da mesele mi, yeter ki isteyeyim.. 27/07/2020 - 00:29

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Nasıl birisin ?

Nasıl geçiyor günlerin ?
Benim havalar gibi, geceleri serin gündüzleri bunaltıcı.
Geçen hafta sonu Kazdağları'na kampa gittiğimizde gece bir ara kalabalıktan sıkılır gibi oldum ve uyuyacağım diyerek çadıra girdim.
Sıra sıra dizdiğimiz çadırların yanına yerleştirdiğimiz sandalyelerden çıkan kalabalık konuşma balonları, kahkahalar eşliğinde çadırıma doğru süzülüyordu.
Çadırın güneşliğini indirip yıldızları görüş alanıma aldım.
Uzunca bir süre konuşulanları dinleyip geceyi seyrettim. Nefisti.
O anlarda hayatın aslında pek çok odalı bir ev olduğunu ve ömrümüzü, her bir odaya yerleştirilen aynalara bakmakla geçirdiğimizi fark ettim.
İşin tuhafı hiçbir aynadaki görüntümüz bir diğeri ile aynı değilmiş.
Ayağı hafif kırık olan mavi sandalyede oturup benden bahsederken aslında varlığından dahi haberdar olmadığım bir yanımı övünerek anlatıyordu.
Bir diğeri ise ona karşılık verirken aslında "hiç önemsemem" diyeceğim bir konuyu çok önemseyebileceğimi, kafaya fena takabileceğimi söylüyordu.
Şaşırıyordum.
Her gün aynada gördüğüm insandan bahsetmiyorlardı sanki.
Anlattıkları beni giderek seviyor gibiydim ama bana benzemiyordu bir türlü.
Aynı renk elbiseyle odalarda dolansam da hepsi, önce fondaki renge sonra bana bakıyordu. Kendisinde ne varsa bana onu katıyor ve öyle görüyordu.
Annem, kendinde olmayan şeyi başkasında göremezsin der hep.
Yine haklı çıkıyordu.
Ertesi gün drama eğitmenliği atölyesinde ayna çalışması yaptık ve hiç bilmediğim birine "ne görüyorsun  ?" diye sordum.
Henüz evime odasını taşımadığı için beyaz bir fonda yüzümün detayları ile saçlarımı anlattı uzun uzun.
Sana bu soruyu tanıştığımızda tekrar soracağım dedim gülümseyerek.
Anlam verememiş bulanık gözlerle "olur" dedi.
Bana bakarken kendisini anlatacağından haberi yoktu henüz. 20/07/2020 - 23:31


Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin

29 Haziran 2020 Pazartesi

Çerçeve

Kendini nereye ait hissediyorsun ?
Duvarında asılı duran fotoğrafa bakarken sabitleyebilir misin hayatını ?
Benim evimde sokak kapısını açar açmaz yere kadar uzanan cam bir kapı çarpar göze.
İşlevini yerine getirmeye pek de niyetli olmayan beyaz tül perde, kenarda sallanır hep.
Perdeleri de duvarları da oldum olası sevmem zaten.
Yörüngeme girmiş insanları, perdesiz camların önünden yürütür, tüm davranış şekillerimi, abuk subuk huylarımı, saçma sapan takıntılarımı gizlediğim albümlere sürüklerim.
Bir kısmını doldurmuş olan fotoğrafların kimisinden utanır, "hızlı geçelim bunları" derim, içten içe duralım burada denmesini dileyerek.
Kimisinin hakkında konuşmak hiç istemezken kimisinden uzun uzun bahseder, "farkındayım" derim.
Fotoğrafları tek tek inceleyip çözmeye başlayan herkes, albümden bir fotoğraf seçerek anlatır beni.
Hep böyle değil midir ?
Ya neşen yüksektir ya da agresyonun, her ikisi birden olman mümkün değildir. Çünkü keki ya vanilyalı seversin ya kakaolu.
Kimisi tüm fotoğraflara bakar kararsızlaşır, kimisi ise ön yargılıdır "bu kadarı yeterli" der tahammülsüzce.
Sonuçta her biri, seçtiği fotoğrafı kendi yöntemleriyle çerçeveleyip asar duvarına.
Kendince alelade bir şekilde yaptığı bu seçimin senin manzaran olduğunu unutur çoğunlukla.
Her sabah bu manzaraya uyandığını ise zaten umursamaz.
Yine de duvarları izlemekten hoşlanırım ben.
Her bakışım kendime büyüteç tutuyormuş hissi uyandırır.
Genelde varlığını bildiğim her detaya farklı bir perspektiften odaklanırım.
Törpülemeye çalıştığım yönlerimi ısrarla duvarda gördükçe de yılgınlığa düşer, fotoğraflara alt metin yazmaktan vazgeçerim. Zaten keki de karışık severim. 29/06/2020 - 00:09

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.

19 Haziran 2020 Cuma

Bu Günler (9)

Bu günlerin sonuna doğru bir akşam telefonuma gelen fotoğrafı görünce daha önce hiç tatmadığım bir duygu ile tanıştım.
İnsan, yakın bir arkadaşının anne olacağını öğrendiğinde nasıl hissetmeli ?
Durgunlaştım ama heyecanlandım da aynı zamanda.
"Ne ara biz.." falan diyecek oldum, boş ver dedim sonra kendi kendime.
Susam tanesi kadar deyişiyle kendimi mutfakta susam torbasını ararken buldum.
O kadar küçük olduğuna anca görürsem inanacaktım çünkü.
Buzdolabının kapağına ağzı büzüştürülerek sıkıştırılmış torbayı çıkardım.
Küçük bir susam tanesine küçük olduğu için şaşırabilirmiş insan.
Ertesi gün yanına gitmeden önce üzerinde bulutlar olan mavi beyaz uzun kollu bir bebek tulumu aldım.
Susam tanesi kadar olmasa da çok küçüktü, içinde bambaşka bir yaşam formu var olacakmış gibi hissettim.
Yanına gidene kadar ara ara sürekli yan koltukta poşetin içinden gözüken tuluma baktım, radyoda nefis analog bir kayıt çalıyordu.
Dünkü durgunluğumun yerini neşe almıştı.
Yanına vardığımda heyecanla poşetin içinden tulumu çıkarıp ona gösterdim.
İkimizin de gözleri doldu.
Sarıldık uzun uzun.
Demek ki her hissin insan bünyesinde bir olgunlaşma dönemi varmış.
Biraz sakinleşince "erkek olacağını mı düşünüyorsun" dedi tedirgin ve hafif buruk bir sesle.
Seçerken hiç öyle düşünmemiştim ama tulumun mavi olması istemsizce bunu sorgulamaya itiyordu onu.
Çünkü bebeğe renk giydirmek, toplumu esir almış bir klişeydi.
En son kajuyu sahiplendiğimde etrafımdakilerin yersiz "kara kedi" batılını bu şekilde püskürtmeye çalışmıştım.
Aynı hissin farklı tonuydu.
Kendimi açıklamaya çalışmadım, "sağlıklı olsun yeter" demekle yetindim.
Eve döndüğümde kendimi yorgun hissediyordum.
Koltuğa uzandığımda kara kedim patisini yanağıma koydu.
Bana hep şans getirdiği için teşekkür ederek öptüm patisini, yanıma yattı.
Radyoda çalan kaydı yeniden dinleyelim istedim, bu sefer çok da güzel gelmedi. 19/06/2020 - 01:46

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.


18 Mayıs 2020 Pazartesi

Bu Günler (8)

Geçenlerde dinlediğim ve çok etkilendiğim bir Podcast'te konuşmacı ;
"Beş yaşındaki yeğenimin kitabında 'bazen mutsuz olabilir, hüzünlü hissedebilirsin bu çok normal' yazıyor" diyor ve şöyle devam ediyordu,
"Daha da ilginç olanı, yan sayfadaki görselde mutsuzluk, bir illüstrasyon olarak çocuklarla parkta oynuyor, kaydıraktan kayıyor".
Beş yaşındaki bir çocuğun bilinçaltına mutsuz olmanın en az mutlu olmak kadar normal olduğu bilgisi böylece kodlanmış oluyor ve çocuk, bu bilgiye sahip olarak gelişimine başlıyor.
Peki ya sen, en son ne zaman "bir yerde yanlış yapacağım" ön kabulü ile çıktın yola ?
Ya da hiç çıktın mı ?
Yoksa daima mutlu olma odaklı bir hayat mı seninki ?
Öyle ya içine doğduğumuz toplumda bize hep şükretmemiz gerektiği tembih edilmedi mi ?
Aman kızım mutlu ol, bak ailen yanında, seni seven insanlar var, sağlıklısın, insanlar neler yaşıyor şükret..
Bizi mutlu edecek her şeye sahip olduğumuza inandırılmışız ve mutsuz olmayı kendimize hak görmez olmuşuz.
Sıkı sıkı kapatmışız kapılarımızı mutsuzluğa.
Tüm katılığı ile kapıyı açmak için zorlarken, var gücümüzle onu içeri almamaya çalışmışız.
Hayatın bir dönemini kapıya yüklenmek ile geçirirken biz, onun gaz hali ile kapının altından sızdığını fark etmemişiz bile.
Kapıya yüklendiğimiz her an, mutsuzluğa karşı savunma mekanizmaları geliştirdiğimizi sanmışız.
Toparlanıp dışarı atmışız kendimizi gülmüşüz, eğlenmişiz, -mış gibi yapmışız.
Hayatın hiçbir anında mutsuzlukla vakit geçirmek normalize edilmediği için hep çok korkmuşuz.
İyi görünürsek iyi olacağımızı sanmış, görmediğimiz şeylerin olmadığına inanmışız.
Oysa ateşin söndüğü her an ocak kapanmış sayılır mı ?
Fark ettirmeden sızan gaz, zamanla zehirlemez mi seni ?
Fark ettiğinde çok geç olmaz mı her şey için ?
Sen kapıyı zorlarken o dışarıda kalmaya devam ediyor sanıyorsun.
Zaman geçiyor ve bir gün gitti sanıp kapı kolunu bırakıyorsun.
Yorgun düştüğün bu mücadelenin sonunda ilk kez içeriye dönüp duvarlarına bakıyorsun.
Duvarların islenmiş oluşuna ve içerinin havasızlığına anlam veremiyorsun, düşünüyorsun ama bir sebep bulamıyorsun.
"Neden"deyip öfkeleniyorsun.
Öyle ya, sana her şeyin bir nedeni olduğu öğretilmişken "neden ? "
Nefesin düzensizleşiyor.
Tam o anda kapı, tanıdık bir sesle çalıyor.
Hışımla kapıyı açıp hiç hak etmeyen birine ağzına geleni söylüyorsun.
Bu durum kronik bir hal aldığında ise öfkeli oluşunun sana has bir özellik olduğuna inanmaya başlıyor, sorunu kendinde arıyorsun.
Her şeyin nedeni, kapıyı açmamak uğruna verdiğin mücadeleydi aslında, göremiyorsun.
İlk anda tüm katılığı ile içeri girmesine müsaade etseydin zamanı geldiğinde hiçbir yere bulaşmadan girdiği kapıdan çıkıp giderdi belki de.
Ne yapsak ?
Mücadelemizi mutsuz olmamak adına vermekten vazgeçip yönümüzü değiştirsek daha kolay olur mu dersin ?
Yoksa artık çok geç mi sence ?
Bence değil, "kolaylaşır ama her gün yapmamız gerekecek".  18/05/2020 - 19:40

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.

10 Mayıs 2020 Pazar

Ayna

Çocukluğuma ait bazı kareler hala zihnimde capcanlı.
Gözlerimi kapatıyorum ve yüksek, demir parmaklıkları olan o okulun kapısından koşarak giriyorum.
Üzerimde pileli mavi bir önlük, saçlarım sağ tarafa doğru sıkıca toplanarak örülmüş. Örgünün bittiği ucunda takılı duran toka, merdivenlerde koştukça aşağıya doğru kayıyor ve günün sonunda mutlaka kayboluyor.
Saçlarım yumuşak olduğu için ipek saçlım diye seviyorsun beni ve tokamın kayıyor oluşuna sebep olarak güzelliğimi gösterip ikna ediyorsun beni.
Yıllar geçiyor ve sen üzüldüğüm, içten içe kendime kızdığım anların hepsinde beni ikna etmek için hep bir yol buluyorsun.
Merdivenleri koşarak çıktıktan sonra hemen sağdaki ilk kapıdan giriyorum. Apar topar elime geçen her şeyi çantama koyup fermuarını kapatıyorum. Askıda duran ceketimi alıp aynı hızla merdivenleri iniyorum.
Hızlı davranmak zorundayım çünkü adımlarım çok küçük ve bir saat içerisinde öğle yemeğini yiyip geri dönmeliyim.
Okulun yan kapısından çıkıp kırk merdiven olduğu söylenen o yoldan çok da yavaş olmayan bir hızla yürüyorum.
Çalıştığın okula vardığımda geri dönmek için yaklaşık kırk dakikam kalmış oluyor.
Okulun bahçesindeki bankta otururken hemen karşıdaki tostçuya seslenip çeyrek köfteli söylüyorsun.
Yıllar geçiyor ve ben her gelişimde aynı yerde çeyrek köfteli yiyorum.
Yemeğimi bitirdikten sonra öğretmenler odasına bakıyorum ve genelde seni orada bulamıyorum.
Koridordan sınıflara doğru yürüyorum ve sen öğle arasını fırsat bilen bir veli ile uzun uzun konuşuyorsun.
Dikkatle seni izliyorum, sen fark etmiyorsun.
Konuşurken dökümlü duran boğazlı kazağının boğaz kısmıyla oynuyorsun, konuşma sırası karşı tarafa geçtiğinde ise sol elini çenenin altına yerleştirip serçe parmağınla alt dudağına hafifçe dokunuyorsun.
Yıllar geçiyor ve etrafımdakiler, dikkat kesildiğim anlarda sol elimi çenemin altına yerleştirip serçe parmağımla alt dudağıma dokunduğumu söylüyorlar. Hayret ediyorum.
Beni fark edince gözlerime bakıp gülümsüyorsun. Hızlı adımlarla bana doğru yürüyorsun, ayakkabının topuğu mermer zemine vurdukça ses çıkıyor.
Yıllar geçiyor ve ben yürüdükçe benimle gelen o ses çok tanıdık geliyor.
Saçlarımdan öpüyorsun, birlikte öğretmenler odasına doğru yürüyoruz.
Adımların hep çok hızlı olduğu için sana yetişmeye çalışıyorum, çoğunlukla arkanda kalıyorum.
Arkanda mis gibi bir parfüm kokusu bırakıyorsun. Hep aynı çiçek kokusu.
Yıllar geçiyor ve kime sarılsam "hep aynı kokuyorsun" diyor. Çiçek özlü parfümümü hiç değiştirmiyorum.
Bir sabah mutfaktan gelen seslere uyanıyorum ve ayılmaya çalışırken koridorda yürüyorum.
Mutfaktan bir şarkı mırıldandığını duyuyorum ve fark ettirmeden şarkıyı bitirene kadar kapıda seni dinliyorum.
Yıllar geçiyor ve ne zaman mutfağa girsem hep bir şarkı mırıldanıyorum.
İçeri girdiğimde "çok ses yapıp uyandırdım seni değil mi, özür dilerim" diyorsun sarılarak.
Mutfaktan gelen o seslerin bana nasıl huzur verdiğini sana söylemiyorum, sıkıca sarılıp omzundan öpüyorum.
Radyoda çalan şarkının sesini yükseltiyorsun ve elimden tutup beni mutfakta döndürmeye başlıyorsun, başta utanıyorum sonra gülüşüyoruz.
Yıllar geçiyor ve ben "nasıl olur"u hiç düşünmeden elini tuttuğum herkesle içimden geldiği gibi dans ediyorum, başta utanıyorlar sonra gülüşüyoruz.
Çiçeklerinle konuşuyor, her yeni tomurcuğa büyük bir sevinçle hoş geldin diyorsun. Herkes onları görsün, mutlu olsun istiyorsun.
Yıllar geçiyor ve çiçeklerim tomurcuklandıkça onlarla konuşuyor, her birinin fotoğrafını tek tek çekip sana gönderiyorum, mutlu ol istiyorum.
Yalın ve dolaysız olmanın sıradanlık olmadığını, kusurların insanı gerçek yaptığı için güzelleştirdiğini söylüyorsun. Beyazlayan saçlarımı boyama fikrini aklımdan çıkarıyorum.
Yaratıcılığın, daha az direncin olduğu yoldan sapmak olduğunu, alışılmış şeylerin yalnızca mutfakta güzel olduğunu söylüyorsun. Tavuğa kremalı sos yapmaktan vazgeçiyor ve dantel desenlerini kullanarak beyaz çamurdan bardak altlığı yapmaya başlıyorum.
Kadın olarak yapabileceğimiz çok şey olduğunu söyleyip bir kooperatife kurucu oluyorsun. Senden öğrendiğimi yapıyor ve çocuklar için kurulan bir derneğe kurucu oluyorum.
Sevgi ve şefkat, her insanın perdelerini aralar diyorsun. Perdenin arkasında olmaktan da perdeleri açmaktan da korkmamaya başlıyorum.
Mekanik işlerin meditasyon olabileceğini, gömleği ütülemeye kollarından başlamam gerektiğini söylüyorsun. Pek sevemesem de öyle yapıyorum.
Konu her ne olursa olsun içimi çürütmemem gerektiğini, bir de yulaflı yoğurda en çok portakalın yakıştığını söylüyorsun. Ne zaman endişeyle başlasam çürüyor muyum diye kendime sorup duygudurumdan sıyrılmaya çalışıyorum. Yulaflı yoğurdu portakalla seviyorum.
Dinlemeden yargılama diyorsun. Önce hep soruyorum, ısrarla soruyorum.
Hikayeler anlatıyorsun, "bu da geçer" diyorsun. Sakinleşiyorum, geçer nasılsa diyorum.
Değişim özünde mutlaka belirsizlik barındırıyorken giderek sana benzediğimi ve aslında değişim esnasında ne kadar da netleştiğimi görüyorum.
Karşılaştığın sınavlarda önemli olan gidiş yoludur diyorsun. Verdiğin, vermekte olduğun her sınavda gidiş yollarına hayran kalıyorum.
"Seni seviyorum" demenin bağışıklığı güçlendirdiğini söylüyorsun. Etrafımdaki herkesin bağışıklığı güçlensin istiyorum ve söylemekten hiç çekinmiyorum.
Seni çok seviyorum. 10/05/2020 - 23:55

Bugün çok güzel bir gün.
Keyifle dinleyin.


5 Mayıs 2020 Salı

Bu Günler (7)

Birilerinin şükür sebebi olmamak için her şeyi o an'a gömmek. 
Hepsinin aslında ilk günkü diriliği ile orada kaldığını bilmek. 
Sırf adı bu oldu diye üzerine toprak atışım. 
Nasılsa görünmüyor diye herkese "sana öyle gelmiş" deyişim. 
Nereden başlayacağımı bilemediğim zamanlarda hep başlamamayı seçişim. 
Çoğu zaman gülmeyi sevişim.
Senin ise buna hep kanışın..
05/05/2020 - 02:01 

Güzel bir gün olsun. 
                                             

1 Mayıs 2020 Cuma

Bu Günler (6)

Sana bir sürprizim var desem ne hissedersin ?
Sürprizin ne olduğunu öğrenmek için ısrar eder misin ?
Peki bir ipucu versem, tahmin haklarını kullanırken ne kadar yaklaştığını yüzümden anlamaya çalışır mısın ?
Ben de öyle yapmıştım, merakıma yenik düştüm ve kestirmeden gitmeyi seçtim. 
Bilirsiniz işte merak duygusu sizi bir kere ele geçirdiğinde yolun ne kadar güzel olduğunun hiçbir önemi kalmaz, çünkü aklınızda hep "varmak" vardır.
Sonra ne mi oldu ? Her şey inanılmaz bir hızla sıkıcılaştı. 
İnsan, neden nadiren yaşadığı hisleri biran evvel sıradanlaştırıp rahata ermek ister ki ?
Bu, yeni biriyle tanışıldığında gelen "birine çok benziyorsun ama kime çıkaramadım" hissinin bir türevi midir ?
Beyin, her türlü farklılığı diğerlerine benzetmeye ve riski tamamen ortadan kaldırmaya mı programlıdır ?
Filmler bu yüzden mi hep olayların giriş kısmından ibarettir ? 
Film boyunca heyecanla beklenen andan sonra yaşanan hiçbir şey, izleyicinin ilgisini çekmez mi ?
Galiba bu yüzden de devam filmleri hep hayal kırıklığıdır. 
Sırrın, varmak olmadığını çözdüğümden beri yolları uzatır oldum.
Zaten yörüngeye girdiyse ve bir gün çekirdeğe taşınacaksa neden acele ediyoruz ki ?
Günler sonra dün sabah okula bakan o balkonda kahve içerken "ne zaman bitecek bu süreç, belirsizlik beni yoruyor artık " dedi serzenişle. 
"Hayatta olması gereken her şey zaten oluyor. Yine varacağız ama aynı yollardan bir kere daha geçmeyeceğiz o yüzden biraz etrafı mı seyretsek" dedim.
Gözlerini farklı bir yöne çevirip güldü. Ne dersem diyeyim varmak için yine acele edecek, vardığında ise hep "keşke" diyecekti.01/05/2020 - 23:24

Yarın anı tüm duygusuyla yaşayabildiğimiz güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin. 

26 Nisan 2020 Pazar

Bu Günler (5)

Bölük pörçük uyuduğum bir gecenin sabahına doğru yorgun uyandım.
Başucumda duran şişenin boş olduğunu görünce yataktan kalkıp yarı uyur vaziyette mutfağa doğru ilerledim.
Raftan aldığım cam bardağı yarısına kadar doldurup yavaş yavaş içmeye başladım. 
Çoğu zaman susuz kaldığımı hissetmem, baş ağrımı kessin diye ilaç içerim ben. 
İlacı yutabilmek için içtiğim su, baş ağrımı keser, ben ilaçtan olduğuna inanırım.
Tekrarında yine aynı hataya düşerim.
Bardağın dibinde kalan suyu, pencere önündeki saksıya döküp şişeyi doldurdum.
Bunlar olurken geçen sekiz dakikada yine düşünmek istemediğim konulara daldım.
Uyanık olduğunuz her an, olan veya olamayan pek çok şey, "neden"leri ile boğar mı sizi de ?
Sırf düşünmemek için televizyon açık uyur musunuz ?
Ya da sırf tartışmaya girmemek için arabada müziğin sesini yükseltir misiniz ?
Yoksa siz, sohbet edilemediği için yükseltenlerden misiniz ?
İkisi de aynı şey mi dersiniz ?
Doldurduğum cam şişeyi alarak odama döndüm. 
Kapının hemen yanına yerleştirilmiş olan şifonyer aynasında birkaç saniye kendime bakıp saçlarımı sol yana doğru attım. 
Annemin geçtiğimiz sevgililer gününde hediye ettiği kolyenin saçlarıma dolandığını fark ettim. 
Düğümü açabilecek kadar sabredemeyince kolyeyi çıkarıp yeniden taktım. 
Işığı kapatıp yatağa oturduğumda uykum kaçmıştı. 
Doldurduğum şişenin yanında duran, geceden kalmış yarım bardak suya gözüm daldı. 
Çabasızlığı sevemediğim için ihtiyacım olan kadarının, aslında hep yanı başımda olduğu gerçeğini göremeyişim gibiydi..
Balkon kapısını aralayıp televizyonu açtım. 
Zamanlayıcıyı ayarlamadan yatağa uzandım ve gözlerimi kapattım.
Uyuyamayınca sözleri çok yakın gelen bir Serin şarkısı dinledim. 26/04/2020 - 01:49

Güzel bir gün olsun. 

19 Nisan 2020 Pazar

Bu Günler (4)

Nasıl gidiyor ?
Birkaç beden büyük gelen hırka ile geçirdiğim 23.
Saçlarımı kalem ile topladığım 10.
Şu an dinliyor olduğum Keane şarkısıyla 3.
Bartu Küçükçağlayan ile Melikşah Altuntaş'ın canlı yayınını sonuna kadar izlediğim 9.
Festival filmlerini irdelediğim, Tolga Karaçelik'e hayran olduğum 7.
Görüntülü konuştuğum insanlara sıkıldıkça şarkı söylediğim 16.
Şarkı söyleyişimi yadırgamayıp eşlik ettikleri 15.
Galerisindeki "İpek'in teslimiyet sendromu" adlı albüme konu olduğum 24.
Domestik bir kadın olmayı benimsediğim 26.
Ordu'ya gidemediğim 19.
Doğum gününde Çatalca'da yamaç paraşütü yapma hayali ile aldığım biletlere üzüldüğüm 13.
Tahammülsüz ve sarkastik yanımın hiç olmadığı kadar sivrildiği 11.
Herkes uyurken uyanık kaldığım 22.
Yeniden seramiğe başlamaya göz kırptığım 4. , malzeme almaya üşendiğim 3.
Geçen anların geçmeyen hislerinde yeniden yaşamayı düşlediğim 17.
Bazı insanların hayatlarına ilişkin merakıma yenik düştüğüm 8.
Merakın hayranlıktan doğduğunu idrak ettiğim 6.
Mantarı her öğün yiyebildiğimi fark ettiğim 2.

gece. 19/04/2020 - 02:23

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.


14 Nisan 2020 Salı

Bu Günler (3)

Keyifle dinleyin.

Hangi rolü daha iyi yapıyorsun bu hayatta ?
Yanında kimse yokmuş gibi davranabildiğin bir herkes var mı dünyanda ?
Ya da şöyle sorayım, hangi hale daha yakınsın ? Kalıpların şeklini çabucak alır mısın ?
Peki rastgele bir elbise versem beni kırmayıp geçirir misin üzerine ? Yakıştırır mısın kendine ?
Hangi halinle aynada daha güzel görürsün kendini ?
Seni seyretmeye doyamıyor olsam yeter mi mesela ?
Tuhaf.
Sence de etraftaki herkes, benliğimizin turnusoluymuş gibi davranmıyor mu ?
Sürekli kendi elbiseleri ile etrafında dönmemizi isteyen, hatta bunu severek yapmamızı bekleyen, mutsuzluğumuzun ise tek sorumlusu olarak bizi işaret eden yığınla insan..
Her negatif düşünceyi filtresiz kabul etmiş, tarif edildiği yerlerden özenle kendini kırpmış olan ben..
"Neden bütünü göremiyorum da kendimin parçalarıyla uğraşıyorum ?"
Peki senin düşüncelerinle renklenmiş, davranışlarınla işlenmiş o elbise sendeki gibi durdu mu üzerimde ?
Tarif ettiğin bu kişi olmak istemiş miydim gerçekten ?
Ya da olmak istediğim, sadece bu kişi miydi ?
Bu elbiseyi güzel taşıyamadığım gün, tüm anlamımı yitirecek miyim sence ya da sende ?
Senin renklerinle boyanmak, kurumadan ikinci katı sürmek gibi.
Sana karıştığım sürece asıl rengi asla göremeyeceğiz.
Asıl üzücü olansa zamanla asıl rengi tarif bile edemez hale gelecek, bile bile yarın aynı elbiseleri giyecek oluşumuz.. 14/04/2020 - 23:52

Güzel bir gün olsun.


10 Nisan 2020 Cuma

Bu Günler (2)

Hayat.
Beş harflik bir şaşkınlık.
Her haline büründüğü bu şaşkınlığın hem -e hem -i hali olabiliyormuş insan.
Hayata karşı dik durmaya çalışırken hayatı sünger gibi içine çekebiliyormuş insan.
Aynı anda iki parça olduğum, tam hissedemediğim günler yaşıyorum.
Bir parçamı var eden güzelliğe aniden veda ettiğimiz, uykusuz gecelerde ağlama krizlerine girdiğimiz bir haftanın sonuna yaklaşırken beni var eden güzelliğin uzun zaman sonra açtığı çiçekleri öperek seviyorum.
Çünkü ben, kıyamadığım insanları hep öperek severim.
Süregelen baş ağrım, teslim olmamla son buluyor.
Yalın hali, kırarak yumuşatıyor hepimizi.
Bilirsiniz işte sert olan çabuk kırılır.
Kırılarak esnemeyi öğreneceğiz.
Bir de -de hali var.. Bu halde yapmam dediklerim, -den halinden tedirginliğime yol açıyor.
Çünkü bulunma hali, ayrılma haline mecbur ediyor.. 10/04/2020 - 18:28

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.

5 Nisan 2020 Pazar

Bu Günler (1)

Hayatlarımızın yakınlığı, evlerimizi yakınlaştırdığı gibi bize de birbirimize benzer şekiller verdi zamanla.
Haftanın en az iki gecesi şanslıysak taburede oturabildiğimiz, ayaküstü yerlerde tattığımız lezzetler, sonrasında eve kadar yaptığımız yürüyüşler, hafif uykunun yarattığı farklı bir algı açıklığı ile ettiğimiz sohbetlerin ardından eve dönüşümüz..
Tüm ışıkların söndüğü bir saatte yine öyle bir gecede "hadi !" derken bulduk kendimizi.
Üzerimize ne bulduysak geçirdik ve on dakikaya köşede buluştuk.
Yol boyunca ondan, bundan konuştuk.
"Nasıl olacak bu işler İpek" dedi, cümlenin sonuna soru işareti koymayan bir sesle.
Güldüm. "Hallederiz" dedim sırtına hafifçe vurarak. Kaşlarını kaldırıp bana baktı ve güldü.
Konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamayayım diye şaşırmış gibi yaparak devam etti.
"İnsanlar böyle yerlere niye gider hiç anlamıyorum !".
Söylerken sağ eli ile hafif derme çatma bir binanın ikinci katını işaret ediyordu.
Karanlıktan ve lens numaramın muhtemelen artık küçük geliyor oluşundan tam ismini okuyamasam da oranın bir "korku evi" olduğunu seçebiliyordum.
Daha öncesinde deneyimlemediğim için sitemkar cümlesindeki olumsuzluğa aksiyon göstermedim.
"Niye" kelimesinin "nasıl" anlamından çok "neden" anlamı ile ilgilendiğimi belli ederek "şöyle açıklayabiliriz belki .." dedim :
Hayatta her zaman hissetmediğimiz duyguları tek başına yaşadığımızda temiz havaya çıkmış gibi hisseder, derin bir nefes alırız.
Korku da bunlardan bir tanesidir.
Günlük hayatta korkuyu tüm canlılığı ile tek başına yaşayamadığımızdan beynimiz bu hisse alışık değildir. Bu yüzden de davranışsal olarak zihnimiz korkunun ana rengi ile boyandığında verdiği reaksiyona şaşırır ve hatta alışılmadık bu histen ilginç bir şekilde haz alırız.
Diğer bir deyişle insan, engelleyemediği fakat bünyesinde kaygı da yaratmayan bu duyguyu sever.
Farklı yoğunluktaki duyguların birbirine karışarak yeni duygular ortaya çıkardığını iddia eden Plutchik Teorisi de aynı şeyi söyler aslında.
Sekiz temel duygudan biri olan korku, farklı bir duygu ile karıştığında ortaya hep boğuk renkler çıkar.
Temel duygu, saf hali ile yaşandığında ise renk, her zaman daha canlı ve yaşanasıdır.
Karışmak, kelime anlamı gereği bulanıklık getirir insana.
...
Bugün günlerden cuma, saat gece on bir..
Arabayı kullanırken korkunun içimdeki tüm renklere karıştığını hissediyorum.
Az önce tüm gece için ne seyretsek planı yaparken yapılan bir açıklama, apar topar hazırlanan bir çanta, kaygı dolu gözler, bir daha ne zaman açacağımızı bilmeden kapattığımız kapı..
Başladığımız yere, "bir daha gidemezsek" kaygısı ile dönüyoruz bu gece.
Belirsizlik, insanı en çok karıştıran, karıştırdıkça rengini "umutsuzluk ve endişe"ye döndüren şeymiş bugünlerde anlıyorum.
Gece araba kullanmayı sevmesem de çok özlediğimi fark ediyorum.
Zihnim bulandıkça sağ ayağımla pedalı zorluyorum.
Yol boyunca aynı şarkıyı dinliyoruz.
Şarkı son kez bittiğinde sağ tarafıma dönerek ;
"Sahi nasıl olacak bu işler ?" diyorum.

Güzel bir gün olsun. 04/04/2020 - 01:08
Keyifle dinleyin.


2 Nisan 2020 Perşembe

Simülasyon

Nasılsınız ?
Nasıl geçiyor günler ?
Özlüyor muyuz birbirimizi ?
Uyku sorunsalını saymazsak benim fena sayılmaz.
Onu da sabah yürüyüşleri ile çözüyor gibiyim bu aralar.
Sabah dediysem, ben eve varmak üzereyken güne henüz yeni uyanıyor Bornova.
Mavinin en güzel tonu, sabahın nefis esintisi, dönüş yolundaki ağaçlık yolda yüzümü öpüyor usulca.
Aynı kaldırımda karşılıklı gelen insanların, bir tahterevallide dengede durmaya çalışır gibi en uzak mesafe ile geçme planı yaptıklarını görüyorum.
Zorunda bırakıldığımız için birbirimizin kişisel alanına saygılı duruşumuz ve bu vesile ile medeniyet mertebesi ilk basamağını arşınlıyor oluşumuz..
Mecbur kalınarak öğrenilen bu davranışın zamana yayılmasını dileyerek yürümeye devam ediyorum.
Köşedeki durak hareketlenince eve dönüş zamanının geldiğini idrak ediyorum.
Yağmur atıştırmaya başlıyor.
Eve girmemle demlenmiş kahvenin sert kokusu çarpıyor burnuma.
Kahve için teşekkür etmek üzere odasının kapısına gittiğimde topladığı uzun, kıvırcık saçları alnına düşmüş, gözleri kapalı halde uzandığını görüyorum.
Uyuyordur belki diye yüzünün çok seyredilesi olduğunu söyleyemiyorum.
Sizin de bazen insanların yüzüne bakma isteğinizi durduramadığınız oluyor mu ?
Romantik bir klişe değil bu, merak dürtüsü.
Yüzdeki simetri, kusurlar, saçların hatları törpüleyişi, mimiklerin duyguları ele verişi, çene kemikleri..
İnsan, her anını aynada izler gibi izleyemiyor ve özellikle de heyecanlı olduğu anlarda otokontrolünü tamamen kaybediyor.
O yüzden en çok heyecanlıyken seyretmeyi severim insanları.
Bir insanın iç titreyişinin göz bebeklerine, dudak kıvrımlarına, bakışlarına yansıması, ona mercek olup vizörden bakma, kadrajlama isteği uyandırır bende.
Çektiğim kareleri kendisine gösterdiğimde kendi ile yeniden tanışır. Farkında olmadan nasıl saydamlaştığını izler.
Yavaşça kapıyı çekerek çıktım odadan.
Bir bardak kahve alarak geçtim bilgisayarın başına.
Yan taraftaki pencereyi araladım, yağmur hızlanmıştı.
Evde kalmak zorunda olduğum bu günler, belki de bana yeni bir başlangıcın kapısını aralıyor.
Ya da ben o kapıdan girme konusunda öyle ısrarcıyım ki inatla zorluyorum.
İnat, çekim yasasının olmazsa olmazı, düşüncelerimiz ile gerçekleşme ihtimali arasındaki mıknatıstır.
Düşüncelerimiz ile kendimize doğru çektiğimiz olaylar, durumlar ve hatta insanlar, geleceğimizi yaratır. Bu noktada önemli olan, hayatın bilinçli yaratıcısı olabilmektir.
Hangisi olursa olsun tekrardan sıyrılıp farklı türlerde yazmayı, fikir bulmaya yönelik izlemeyi deniyorum bugünlerde.
Uzun zamandır içimde olan fakat sürekli ertelediğim bu istek,  takip ettiğim bir dergideki "yeni yazarlar arıyoruz !" çağrısı ile perçinlendi.
Bakarsınız olur ve yeni bir başlangıç köşesinden süzülüveririm.
Hayali bile nasıl güzel !
Yazı serüvenime yerleştirdiğim kısa ayraçlarda zamanımı çoğunlukla mutfakta geçiriyorum.
Profiterol yapmayı denerken kazandibinin tarifini buluyor, içli köfteyi şekil vermek ile zaman kaybetmemek için fırında yapmayı deniyorum. Ve oluyor.
Her türlü iddiadan uzak olduğum mutfak konusuna giderek ilgimin arttığı günler geçiriyorum.
Evlilik fikrine mesafeli duruşum, "bu bir simülasyon" diye çınlasa da kulağımda, keyif almaktan kendimi alamıyorum.
Sanırım değişiyorum.. 02/04/2020 - 11:28

Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.




28 Mart 2020 Cumartesi

Alışılagelen

Rutinleri özler misiniz ?
Ben, hayatın rutinlerden sıyrılarak yaşanabileceğine pek ihtimal vermeyenlerdenim.
Rutin, hayatımızı sığdırdığımız cam bir fanus ise ara sıra oradan çıkmak yerine içerisini genişletip, pencereler açmak daha doğru gelir bana.
Çünkü alışkanlık haline getirilmeyen davranışlar daima "ara sıra"dır.
Oysa rutinler öyle mi ?
Zamanla fanusun içine almayı başardığımız her davranış, alışkanlık haline gelir ve "tek seferlik" handikabından kurtulur.
Aksi düşünce en sevilen yemek takımlarının misafire çıkarılması gibidir.
En değerli misafir biz iken ve kalıcı olarak gelmişken yemek takımlarını ısrarla çıkarmamak nedendir ?
Misafir, yalnızca geçici olan mıdır  ?
Ağırlanmayı, az rastlanan mı hak eder ?
Sanmam.
Ben, devamlılığın stresi azalttığına inanırım.
Sürekli olarak zihnimizi farklı bir şeyler yapma isteği ile meşgul etmek, arayışta olmak, bulamayınca panik olmak, bulunca şevksiz olmak, yapılamayan şeyler için bahaneler aramak, bulmak, kızmak, kaçmak gibi her şey bizi memnuniyetsizliğe iten bir zincirin halkası.
Diğer bir deyişle insan, konfor alanının dışına ne zaman çıkmaya yeltenip dışarı baksa perdelerin griliğine aldanıp havayı boğuk görür. En iyisi evde oturayım der ve kendisini "zaten yağmur yağacaktı" diyerek avutur.
Oysa cevap anahtarı, yalnız üç kelimedir.
"Alışkanlık, tekrarla olur".
Ben, hayatı öyle yaşamaya çalışıyorum mesela.
Her ders çıkışında pervazda kahve içer müzik dinlerdim, hala her mesai sonunda aynı yerde bir şeyler içer, çoğunlukla müzik dinlerim.
Haftanın iki günü yazı atölyelerine katılırdım, artık drama ağırlıklı olsa da hala katılırım.
Takip ettiğim türler değişse de hala bazı dergileri okur, bazı Podcast'leri keyifle dinlerim.
Farklı tür sahne oyunlarını mutlaka sık sık dener, "denemeden bilemeyiz"i sıkça cümle içinde kullanırdım, hala öyleyim.
Belirli aralıklarla tek başıma seyahat planı yapardım, hala yaparım.
Gece yağmur yağarsa mutlaka yürüyüşe çıkardım, hala çıkarım.
Gibi gibi gibi..
"Hala" kelimesini sık kullanabiliyor olmak, sebat ve dayanç eşiğinin kırılmasıdır.
Geçmişi gözden geçirmek için bol bol fırsatımın olduğu bugünlerde hayatımın kendi içinde istikrarlı ve düzenli oluşu beni yaşama motive ediyor.
Bugünlerde rutinlerimi topladığım çemberi kendisine kesişim kümesi yapan insanları da birlikte kurduğumuz düzeni de çok özlüyorum.
Kendime söz olsun.
Her şey normalleştiğinde ilk iş, hangi şehirde olursa olsun , Yüzyüzeyken Konuşuruz konserine bilet alacağım ve onların, "yine aynı ton" dediği ses ile "dostlarııım hadi gidelim !" diyeceğim.
Sadece biraz sabır.

Güzel bir gün olsun. 28/03/2020 - 05:06
Keyifle dinleyin.



22 Mart 2020 Pazar

Kelebek Etkisi

Yazarken üst üste defalarca dinlediğim o şarkıyı okurken dinlemek güzel olabilir. 
Keyifle dinleyin.

Kelebek etkisini iliklerimize kadar hissettiğimiz günler yaşıyoruz.
Bir yerlerde bir kanat çırpıldı ve etkisiyle çıkan fırtınada her birimiz sevdiklerimizden uzağa savrulduk.
Ayılmak üzere kahvemi içerken Dali'nin gözlerine daldım, ben onu izledim o bana baktı.
Yıllarca limon sandığım o ağacın portakal ağacı olduğunu fark ettim.
Bugün için seçtiğim şarkıyı komşuların dahi rahatlıkla eşlik edebileceği bir desibelde açtım.
Koltuğa yaslanarak gözlerimi kapattım ve dinlemeye başladım.

Olumlamaya inanır mısınız ?
Ben inanırım.
Hayatım boyunca gerçekten köşeye sıkıştığımı hissettiğim anlarda fark etmeden yaptığım sakinleşme metodudur.
Küçükken lunaparkta dönme dolaba her binişimde havada asılı kalmaktan korkardım.
Korkardım ama binmeden de duramazdım.
Korktuğum anlarda içimden şarkı söylemeye tam da o zamanlarda başladım.
Zamanla hayatın dönme dolaba benzerliğini gördükçe yüksekten korkmanın hayatımı ne kadar da zorlaştırdığını fark ettim.
Çünkü ne kadar çırpınırsam çırpınayım bir güç beni döndürmeye devam edecek ve bir gün tıpkı herkes gibi ben de en yüksekle sınanacağım.
İrademiz dışında, sıra geldiğinde bindirildiğimiz ve ne olursa olsun dönmeye bir an bile ara vermeyecek bir çarkın içindeyiz işte.
Binmekten korktuğumuz ama son durağa kadar gitmeyi de şans saydığımız bir çark.
Dik bir tekerlekten oluşan, dönen bu çarkın yorulduğu günler yaşıyoruz.
Taşıyamayacağı kadar yük mü bindirdik yoksa güzelleşeceğine olan inancımızla kenarlarına attığımız kesiler derin yarıklara mı dönüştü ?
O veya bu nedenle her birimizin koltuğu fırtınada kağıtmışcasına sallanıyor bugünlerde.
Aşağı bakmaktan, uyanmaktan, ayılmaktan özellikle de düşmekten deli gibi korkuyoruz.
Bilirsiniz işte hala yüksekte olan herkes, yükseklikten korkar.
Görmezden gelişimiz, tepkimiz, direnişimiz, toplumca rüzgara karşı yaptığımız bir savunma aslında.
Çünkü kabul etmek, her zaman arkasından alışmayı ve kanıksamayı getirir.
Toplumca alışmak istemediğimiz günler yaşıyoruz.
Fakat anlıyorum ki rüzgar durmayacak ve zamanla yalnızca adaptasyon süreçlerini tamamlayanlar rüzgara rağmen dönmeye devam edecek.
Güzel ülkemde direnişin savaşa, savaşınsa mutlak sona neden olacağına uyanışın biran evvel gerçekleşmesini dileyerek müziğin sesini biraz daha yükselttim, bir tütsü yaktım.
Ve sonra bağıra çağıra söyleyerek dans etmeye başladım.
Olumlama, dile getirmeyle ve inanmayla başlar.
İnanıyorum.
Şarkının da dediği gibi "söz veriyorum her şey çok güzel olacak"
Sadece biraz sabır. 22/03/2020 - 20:59

19 Mart 2020 Perşembe

Kaos

Sırtımdaki şiddetli ağrı ile alarmsız uyandım güne.
Boğuk hava, henüz erken diyor gibiydi. Saate baktığımda alarmın çoktan çalması gerektiğini fark ettim. 
Zihnimde çalıp da ertelediğim diğer alarmlar gibi geç ayılışım için suçlayacak bir merci bulacaktım elbette. 
Hazırlanıp attım kendimi sokağa.
Haftanın beş günü geçtiğim yolların bugünkü ıssızlığına anlam veremiyordum.
Yürürken bakışlarına çarptığım insanların yüzlerindeki korku, zihnimde günü daha da bulanık hale getiriyordu. 
Işığı beklerken köşedeki büfenin rafına sıralanan gazeteler ilişti gözüme. 
Güne yeni ayılmaya başladığımı idrak etmem dört saniyemi aldı. 
Pandemi, güzel ülkemde hızla yayılıyordu. 
Tüm güzelliği ile yaşanılan bir gecede ışığı tek tek yanan evleri tepeden izliyor gibiydim. 
Yanan her ışık ya sönmezse sorusunu, akabinde bir daha gecenin güzelliğinde ay ışığını göremezsem endişesini akla getiriyordu. 
Her yer ışığa boğulmuşken yüzümüze doğan güneşi fark edebilir miydik ?
Kahvaltılık bir şeyler almak üzere her zaman gittiğim, görece daha büyük olan markete girdim. 
Dilimlenmiş ekmek ve peynirden birer dilim, yeşil zeytinden sekiz tane alıp kasaya yöneldim.
Kasaya doğru uzanan koridorun başından görünen, boylu boyunca uzanan rafların boşluğu, yaşanılan kaosa şiddetle işaret ediyordu. 
Biraz daha yürüyünce alışveriş sepetlerinin bilumum erzak ve kağıt havlu ile doldurulduğunu görüyordum.
Etimolojik olarak bakıldığında mitolojide "boşluk" anlamına gelen "kaos", bugünkü anlamına belki de "bilinmez"liğinden yuvarlanmıştır diye geçirdim içimden. 
Kasaya varana dek insanların düştüğü boşluğu, yaşama isteklerini, ölüm korkularını, belleklerinin arka sekmesinde oynamaya devam eden felaket senaryolarını izledim.
Korkunçtu.
Umursamadığımı sansam da insanların nefes alıp verişlerinin normalliğini ölçmeye çalıştığımı fark ettiğim gibi attım kendimi dışarı.
Saçlarımı düzeltip pardesümün kuşağını biraz daha sıkıştırdım.
İş yerine doğru yürümeye devam ederken her gün karşılaştığım kişileri etrafta göremeyişim içimdeki obsesyonu, yalnız kalma korkusu paranoyamı, filmin devam serisinin olma ihtimali ise kronik şüpheciliğimi tetikliyordu.
Her sabah beslerken gözlerinin arasından öptüğüm, dişlerimi kamaştıran hayvanlara dokunmaktan çekindiğimi fark ettim. Bir tuhaflık olduğunu sezdiklerinde mahzunlaştılar.
Yürümeye devam ettim..
Biraz ileride mesafeli duran, birbirlerini anlamak için çaba sarf eden sevgililer gördüm.
Yakınlarımın bile yanaklarını sıkarak severken ben, dokunmadan yaşayabilir miydim gerçekten aşkı ?
Kafamı çevirip yürümeye devam ettiğimde şiddetle esen rüzgara rağmen bir kuşun dalda kalmaya olan inadına şahit oldum.
Uçmak için havanın sakinleşmesini bekliyordu.
İstediğini alma konusundaki kararlılığından mı yoksa uçarsa savrulacağı korkusundan mı bunu yapıyordu asla bilemeyeceğim.
Ama günün sonunda rüzgar sakinleşecek ve o, havada süzülmeye devam edecekti.
Tıpkı bizim gibi.
Sadece biraz sabır.
Güzel bir gün ve biz yaşıyoruz. 19/03/2020 - 15:55

Keyifle dinleyin.


10 Mart 2020 Salı

Zaman

İnsan, anlaması güç, tehlikeli bir mekanizma.
Her şeyden, herkesten kendini sıyırıyor, hislerine bile dirençle "ben" diyor.
Biri çıktı ve hararetli bir tartışmanın ortasında "ne ara böyle basit konuları kendine dert eder oldun" dedi yüksek sesle.
Kaskatı kesildim.
Tokat gibiydi, hala acır.

İnsan kendisi için hayat durduğunda başkası için de dünya dönmesin istiyor.
Döndüğünü fark ettiği anda indiriyor tüm vitrinlerini, içerinin ağır kokusu kaplıyor etrafı.
Bencillik işte.
Fakat aynı insan yolunda gitmeyen şeylere alışmaya başladığında döndürüveriyor yine dünyasını, sanki az önce tüm öfkesiyle etrafındakileri boğan o değilmişcesine.

Sahi bencillik mi bu yaptığım ?
Dönüyor mu dünyam son 1 yıl 3 ayı hiç yaşamamışım gibi ?
Yoksa kendi kendime saklambaç mı bu oynadığım ?
Kendime yakalanırsam oyun biter diye mi asla bulunamayacağım yerlere saklanır oldum ?
Haklıysa eğer, her gece gördüğüm kabuslar neden ?
Ne çok bilinmeyenli denklem, parçalar halinde bütün bir yazı bıraktım geceye.

Sarılmak sakinleştirir, birleştirir, güçlendirir. O yüzden tüm davranış biçimlerinden çok hissettirir sevgiyi.
Sevdiklerinize sıkı sıkı sarılmayı ertelemeyin.
Yarın varmışcasına yaşamak, bugünü kaybetmeyi kabul etmektir. 10/03/2020 - 00:06

Keyifle dinleyin.



28 Şubat 2020 Cuma

Akış

Sudoku sever misiniz ?
Sıraları ve satırları kesiştirip doğru rakamı tek seferde bulduğunuzu düşündüğünüz sık olur mu ?
Peki ya doğru olduğuna inandığınız anda korkmadan hamlenizi yapar mısınız ?
Yoksa bir kere daha düşüneyim mi dersiniz ?
Hangisi doğru hayatta ?
Cesur olmak mı, garantiye almak mi ?
Risk almadan yaşamak, tek düzeliğe hapsolmak mıdır yoksa bir sonraki adımda boğulmamak mıdır ?
Elimde silinmez bir kalem olsa inandığımı yapmaktan vazgeçer miyim ?
Zamanla yanıldığımı anlarsam pişmanlık hisseder miyim ?
Yoksa hayat zaten bir deneme tahtası, yanılsamanın ta kendisi mi ?
İleride üzerini çizmem gereken hamlelerim için bağışlanır mıyım ?
Peki her başlanan sudoku tamamlanabilir mi ?
Hatayı tam olarak nerede yaptığını bir türlü anlayamadığın anda gelen "yarım bırakma hissi"yle baş edilebilir mi ?
Benim zor oluyor mesela.
Tam böyle bir anda balkona çıkıp derin bir nefes aldım.
Mis gibi yağmur yağıyordu.
Tanıyanlar bilir, balkonu evin en sevdiğim yeridir.
"Parmaklarınla oynuyorsan işimiz var, boşver akışına bırak" dedi yanıma gelerek.

Hayatı sürekli olarak bir yerlere bırakmaya duyduğumuz istek, garantiye alma güdümüzden geliyor olabilir mi diye geçirdim içimden.
Akış dediğimiz, müdahale etmeme, edilgen olmaya teslim olma hali değil midir ?
Kendimi hayata bırakamıyorken hayatı akışına bırakmak, sonra da kalemin silinmez oluşunun heyecansızlığından bahsetmek gülünç geldi.
Tiyatro Pangar'ın hata yapım atölyesi mottosu ne kadar da doğru.
"Hata yoksa hareket yok. Hareket yoksa ölüm var."
Otuzlu yaşlara dayandığım bu günlerde risk almayı, hata yapmayı, denemeyi, yanılmayı, şaşırmayı ve heyecanlanmayı seçiyorum.
Bir sonraki hamlemi çok düşünürsem vazgeçerim, tekrara düşerim.

"Sanırım ben sudokuda cesur olanlardanım" diye cevap verdim.
Bulanık gözlerle baktı, anlarsın dedim.

Hatalarınızı sevdiğiniz, özgünleştikçe özgürleştiğiniz güzel bir gün olsun. 28/02/2020 - 01:14
Keyifle dinleyin.



16 Şubat 2020 Pazar

Merhaba yeni hayat

Edit :

16/02/2020 tarihinden bildiriyorum.
2016 yılında yazdığım yazıdan tam 38 gün sonra radikal bir şekilde İzmir'de yaşamaya karar verdim.
Ya da bir güç beni zorla oraya sürükledi ve ben adına tesadüf dedim.
Radikal kararlar deprem gibidir, derinliği kabuklarınızı, büyüklüğü hayallerinizi kırar.
Önemli olan kırılmanın hangi noktadan gerçekleştiğidir. Bilirsiniz işte hayallerin büyüklüğü, vereceği haz ile doğru orantılı olmayabilir.
Daha dinamik bir hayatı kendime oksijen odası yapacakken daha çekirdek bir hayat tuttu elimden.
Mesleği icra etmenin birilerinin hayatına dokunmak için yeterli olmadığını annemden öğrenmiştim.
Öğrendiklerimi uygulayabilmek için harekete geçtim ve hayat ile aramda yeni yollar, köprüler inşa etmeye başladım.
Çocukların güzel kalplerinden öptüm.
Sevdim.
Yeni hayatım bana oksijen odasının "sevdiklerimin kalp atışı" olduğunu ve başımı yaslayıp o sesi dinleyerek nefes alabileceğimi öğretti.
Rahat bir nefes alabilmeyi özlüyorum bugünlerde.
Sınavları oldum olası sevmem, kaygı bozukluğu yaratır bende.
Bu yazıyı iki sene sonra yeniden düzenleyeceğim ve nefeslerimin artık daha düzenli olduğunu size uzun uzun anlatacağım.

Güzel bir gün olsun.
https://youtu.be/OZYw0MQp_fI

09/07/2016
Aylar önce bir yazı yazmıştım şanssız mıyım bahtsız mı diye.
Birkaç ay insanın ayarlarıyla oynayabilmesi için de ekran parlaklığını arttırabilmesi için de yeterli bir süreymiş.
İnsan özellikle de hayatındaki dönemeçlerde olabildiğince karartıyor ekranını.
Bilirsiniz işte 'burayı dönünce nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum' sorunsalı iç kemirirken insan enerji dolu olamıyor.Haliyle enerji tasarrufu da kaçınılmaz oluyor.
Her neyse...
Kepi fırlatıp dört yılımı biriktirdiğim evi kolilere ağlaya ağlaya doldurduktan sonra kafamda cevabını nereye koyduğumu bulamadığım sorularla baş başa kaldım.
Cevabını bulmak ümidiyle kaldırdığım her taşın altından başka sesler çıktı ve bir araya geldiklerinde her telden çaldılar.
Hepsine minnettarım çünkü her biri benim için bırakılmış birer ipucuydu.
Onları birleştirip şifreyi çözmem gerekiyordu.
Tek yudum almadan ellerimin arasında soğuyan kahveyi aniden itip telefonun tuşlarına bastım.
Telefonun diğer ucundaki güven dolu o sese doğru "ben ne yapacağımı bilmiyorum, delirmek üzereyim.Şimdi bana neyi yap dersen onu yapacağım" dedim.
Bunu söylerken uzun zamandır olmadığım kadar ciddiydim ve bunun farkındaydı.
Kısa bir sessizliğin ardından tereddütsüz bir şekilde yapmam gereken şeyi söyledi.
Telefonu kapattım ve aylar öncesinde yaz dönemi için görüşmeye gittiğim hukuk bürosuna bir mail yazdım.
İçeriği tamamladıktan sonra alıcı ve konu kısmını bir kez daha kontrol ettim, her şey eksiksiz gibi görünüyordu.
Tam o anda telefonumda kayıtlı olmayan bir numaradan gelen çağrı ile irkildim.
Banka numarası gibi duran bu çağrıya cevap vermek ve vermemek arasında kısa bir tereddütün ardından yeşil tuşa bastım..
Karşımdaki ses kendini tanıtırken şaşkınlığımı gizleyemiyordum.
Bilgisayar ekranındaki yeni iletimin alıcısı olmaya hazırlanan o kadın şimdi sesiyle kulağımda, içimde yankılanıyordu.
Mucizelere inanır mısınız ?
Ben inanırım. Bu yüzden tesadüfler sıradan değildir benim hayatımda.
Mucizenin adı inanırsanız tesadüf inanmazsanız kader olur.
On beş dakika önce kararlı bir şekilde "orası iyi bir büro, bu fırsatı kaçırma git ve dene bence" diyerek kapattığım o telefon konuşmasını yapmamış olsaydım çalan telefona verdiğim cevap bambaşka olacaktı ve şu an çok başka bir yola dönmüş olacaktım.
Şimdi ise dönüşümü tamamlamış, ekran parlaklığımı arttırmış bir şekilde bavulumu topluyorum. Galiba ben avukat oluyorum.
Karşınıza çıkan insanları, gülüşlerini, seslerini, bakışlarını hafife almayın.
"Geçti gitti" hayatın içinde kurulabilecek en acıklı cümledir.
Geçmedi gitmedi de...
Hayat garip. Bir güç bizi zorla oraya sürüklüyor ve biz adına tesadüf diyoruz.
Yarın, hayatınızı alıp havalara fırlatsın. Adı tesadüf olsun ve siz yaşayın.
https://www.youtube.com/watch?v=8jTyKk8IrAo