İlk duraktan bindikten sonra elimdekiler yüzünden bir yerlere sığdıramadım kendimi.
Dayanamadım ayakta kalabileceğim bir köşeye savruldum elimdekileri de yan tarafıma iliştirdim.
Trafikten içim çıktı.
Hayatta da dur kalkları sevmem zaten.
Gidiyorsan da yaşıyorsan da dolu dizgin olmalı.
Çok geçmeden ocağın ortası demeden üzerindeki polarla kendini sokaklara atmış 27 bilemedin 28 yaşında bir adam bindi otobüse.
Evini sırtında taşıyıp göçebe hayatı yaşayanlardan o da çantasından belliydi.
Kirli sakalı, darmadağınık beyaza çalan saçları vardı.
Bulduğu yere oturdu.
Yorgunluğu göz altlarından akarken alışkanlıklarından kolay vazgeçemediği saat kordonundan anlaşılıyordu.
Tam trafik akmamaya devam ederken kulaklığımı çıkarıp rastgele bir şarkı açmıştım ki herkesin bir noktada bakışlarının toplandığı yere doğru kafamı çevirdim.
Herkesin hayretle baktığı şeyin ne olduğunu merak ettim.
Merak bizde toplumsal reflekstir.
Görüş açıma 'cuk' oturan şey herkesin şaşkın bakışlarına sebep olurken farkında olmadan gülümsememe sebep oldu.
Mavi polar kazağını dirseğinin az altına kadar sıvamış, gözlerini kapatıp kucağındaki nota defterinden dökülen notaları yakalamaya çalışan genç bir adamdı karşımdaki.
Söylemiyordu.
Çalmıyordu.
İçinden şarkılar söylemenin ete kemiğe bürünmüş haliydi.
Her parmak şıklatıp saçlarını sağdan sola atışında aklından geçen notaları bilme isteğim daha da artıyordu.
Müzik en büyük dostu olmasa, o da aşkı tatmış olmasa otobüste kucağında nota defterinin ne işi vardı ki.
Bir enstrüman çaldığını hayal ettim.
Telli bir enstrüman değildi tırnaklarından belli.
Kalbe dokunan parçalar çıkıyordu ondan ama arabesk hiç değildi.
Her el hareketinde duymaya çalıştım müziği.
Bir yerden sonra o kendini kaybetti ben kulaklığımı çıkardım ve sadece onu dinledim.
Ya da seyrettim.
Arada göz ucuyla 'bana baktığını biliyorum' bakışları fırlatıyordu.
O anları önceden fark edemeyip hemen toparlanıyor ve gözlerimi camdan dışarıya odaklamaya çalışıyordum.
Ama çok geçmiyor ki yine kendimi parmaklarına bakmaktan alamazken buluyordum.
Sadece kendinin duyabileceği bir müzikte dans ederkenki rahatlığına hayran kalıyordum.
Sonra düşündüm.

Çok geçmedi ki cevabı buldum;değersiz olduğu hissinden kurtulduğu zaman.
İnsan kendine 'beni değerli kılacak hiçbir şeyimin olmadığının farkındayım'cümlesini kurduğu anlarda tıpkı en yakın arkadaşını yanına oturtup 'dost acı söyler' adı altında patavatsızlıkta sınır tanımayan samimiyetsiz arkadaş gibidir.
Benlik değerinin ölçülemediği gerçeğini algısına yerleştirip aydınlanmanın en büyüğünü yaşadığı an değersizmişçesine yaşamaktan da o 'bugün de yataktan çıkmasam' duygusundan da kurtulacaktır.
Kurtulduğu anı da, öylesine bir günde kendisine bir şeyler alırken (ne olduğu hiç fark etmez) 'aa o da çok sever' deyip iki tane alan tatlılık abidesi arkadaş gibi düşünelim mesela.
Tam inerken göz göze geldik.
Tam 'hayatta sana açılmayan tüm kapıları bir de sol anahtarınla açmayı dene' diyecektim ki bir şey beni tuttu.
Sonradan fark ettim tutan şey'insanlar ne der' ya da 'yanlış anlarlar'dan başkası değildi.
Anlayacağınız bugün de düzene yenik düştüm.
Bugün de notalardan insanlar yapmayı sonra onlardan gelen müziği duymayı denedim.
Bugün de kendime bir şarkı seçtim.Eve dönünce bağıra çağıra söyledim.
Siz de önce duymayı sonrasında söylemeyi deneyin.
Ama ondan da önce kendinizi kabullenin.
Kendinizi dinleyip kendinizi duyun.
Kendinize saygı duyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder