Ajandası da yanında hediye gelir.
Her özel günü yuvarlak içine alırız.
Doğum günleri.
Yıl dönümleri.
Unutma ihtimaliyle gözümüz fena korkutulmuştur.
Yapacaklarımızı da kalemle küçük küçük not ederiz üzerine.
Kalem, hem de fosforlu.
Daha da gözümüze sokalım da 'aman ha atlamayalım!' diye.
Arkadaş toplantıları.
Sinema günleri.
Her şey planlıdır.
Her anımızı kontrol altına almak isteriz.
Yiyeceklerimizi, giyeceklerimizi, isteyeceklerimizi hatta hissedeceklerimizi bile.
Kendimize yaptığımız planlarda, kalkış vaktinden tutun da dinlenme saatimize kadar her şey itinayla hazırlanmıştır.
Bize sadece ajandaya önceden her ayrıntısını tasarlayıp notunu aldığımız şeyleri yaşamak kalır.
Ya da yaşamak demeyelim de uygulamak diyelim.
Evet evet böyle çok daha iyi oldu.
Ajandamın kapağına da 'bir gün öleceğimi hiç hesaba katmamıştım' yazsınlar hatta.
Pili bitip de çalmayacağından korktuğumuz bir çalar saat gibiyizdir.
Kafası karışacağından çekindiğimiz bir hesap makinesi belki de.
Bir de hayattan sürpriz olmasını isterken bile planlayıp,beklediğimiz heyecanlar vardır.
Ha bugün olacak ha yarın olacak derken olmama ihtimali içimizi burkar.
Sürpriz dediğimiz şey; olması beklenmeyen, olursa şaşırtacak olan değil miydi ki?
Bu işte de bir gariplik var.
Neyse.
O yüzden hep derim insan;karakterini,hayattan beklentilerini,hayallerini kısacası tüm hayatını iğne iplikle oturup kendine bir güzel dikmiştir.
Kimisi işçiliğini öyle ince yapmıştır ki işini şansa bırakmamıştır.
Garanticidir.

Olacaklardan.
Kimisi teyellemiştir sadece.
Daha çok hayata bırakmıştır kendini.
Macerayı sever.
Hayatına kamikaze dersek mesela o, tepetaklak geldiğinde bile eğlenmeyi bilen bir çocuk gibidir.
Gözleri hala ışıldayabiliyordur.
Tutamayıp salıverdiği kahkahaları, heyecanlandığında titreyen elleri vardır.
Gülümseyişi iç ısıtıyordur.
Hayat ona hala beklemediği şeyleri verebiliyordur.
Bazen açıveriyordur vanayı.
Bırakıyordur gözyaşı,mutluluk,hüzün aksın gitsin.
Beklenmeyen anlarda gelen mutluluğun güzelliğini o da tatmıştır.
Özel bir günde değil de öylesine bir pazar gününde çıkıp gelen dostlar gibi mesela.
Gitmeyi çok istemenize rağmen bilet bulamadığınız konsere çoktan sizin için bileti alıp 'gitmiyor muyuz?' diyen çok sevilesi biri gibi mesela.
Demlediğiniz çayın yanına 'şöyle güzel bir kurabiye olsaydı' diye içinizden geçirirken kapıdan giren ev arkadaşınızın elindeki kurabiyeler gibi mesela.
'Arasam mı?' diye düşündüğünüz sırada çalan telefon gibi.
'Görür müyüm?' diye düşündüğünüz sırada pat diye karşınıza çıkması gibi.
Hayat oynatmayı da oyalamayı da sever.
Parmağında döndüremeyeceğini anladıklarını es geçer.
Uğraşmaz.
Hayatın sizinle uğraşmama fikri ilk etapta oldukça cazip görünüyorsa da her yanından sıkıcılık akıyor besbelli.
Hepimiz hayata kendimizi biraz biraz bıraksak da hayattan zevk almaya başlasak keşke.
Takvimleri yırtsak.
Ajandalarla vedalaşsak.
Gözlerimizi kapatıp ona bir kereliğine güvenmeyi denesek.
Biliyorum dalgasız denizde sakin sakin yüzmek iyidir ama bazen akıntıya karşı yüzmek çok daha zevklidir.
Sizi elinizden tutup götürdüğü yerde gözlerinizi açtığınızda karşılaşacağınız şey belki de hayal edebileceklerinizin bile çok ötesinde olacak.
Kim bilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder