9 Temmuz 2016 Cumartesi

Merhaba yeni hayat

Aylar önce bir yazı yazmıştım şanssız mıyım bahtsız mı diye.
Birkaç ay insanın ayarlarıyla oynayabilmesi için de ekran parlaklığını arttırabilmesi için de yeterli bir süreymiş.
İnsan özellikle de hayatındaki dönemeçlerde olabildiğince karartıyor ekranını.
Bilirsiniz işte 'burayı dönünce nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum' sorunsalı iç kemirirken insan enerji dolu olamıyor.Haliyle enerji tasarrufu da kaçınılmaz oluyor.
Her neyse...
Kepi fırlatıp dört yılımı biriktirdiğim evi kolilere ağlaya ağlaya doldurduktan sonra kafamda cevabını nereye koyduğumu bulamadığım sorularla baş başa kaldım.
Cevabını bulmak ümidiyle kaldırdığım her taşın altından başka sesler çıktı ve bir araya geldiklerinde her telden çaldılar.
Hepsine minnettarım çünkü her biri benim için bırakılmış birer ipucuydu.
Onları birleştirip şifreyi çözmem gerekiyordu.
Tek yudum almadan ellerimin arasında soğuyan kahveyi aniden itip telefonun tuşlarına bastım.
Telefonun diğer ucundaki güven dolu o sese doğru "ben ne yapacağımı bilmiyorum, delirmek üzereyim.Şimdi bana neyi yap dersen onu yapacağım" dedim.
Bunu söylerken uzun zamandır olmadığım kadar ciddiydim ve bunun farkındaydı.
Kısa bir sessizliğin ardından tereddütsüz bir şekilde yapmam gereken şeyi söyledi.
Telefonu kapattım ve aylar öncesinde yaz dönemi için görüşmeye gittiğim hukuk bürosuna bir mail yazdım.
İçeriği tamamladıktan sonra alıcı ve konu kısmını bir kez daha kontrol ettim, her şey eksiksiz gibi görünüyordu.
Tam o anda telefonumda kayıtlı olmayan bir numaradan gelen çağrı ile irkildim.
Banka numarası gibi duran bu çağrıya cevap vermek ve vermemek arasında kısa bir tereddütün ardından yeşil tuşa bastım..
Karşımdaki ses kendini tanıtırken şaşkınlığımı gizleyemiyordum.
Bilgisayar ekranındaki yeni iletimin alıcısı olmaya hazırlanan o kadın şimdi sesiyle kulağımda, içimde yankılanıyordu.
Mucizelere inanır mısınız ?
Ben inanırım. Bu yüzden tesadüfler sıradan değildir benim hayatımda.
Mucizenin adı inanırsanız tesadüf inanmazsanız kader olur.
On beş dakika önce kararlı bir şekilde "orası iyi bir büro, bu fırsatı kaçırma git ve dene bence" diyerek kapattığım o telefon konuşmasını yapmamış olsaydım çalan telefona verdiğim cevap bambaşka olacaktı ve şu an çok başka bir yola dönmüş olacaktım.
Şimdi ise dönüşümü tamamlamış, ekran parlaklığımı arttırmış bir şekilde bavulumu topluyorum. Galiba ben avukat oluyorum.
Karşınıza çıkan insanları, gülüşlerini, seslerini, bakışlarını hafife almayın.
"Geçti gitti" hayatın içinde kurulabilecek en acıklı cümledir.
Geçmedi gitmedi de...
Hayat garip. Bir güç bizi zorla oraya sürüklüyor ve biz adına tesadüf diyoruz.
Yarın, hayatınızı alıp havalara fırlatsın. Adı tesadüf olsun ve siz yaşayın.
https://www.youtube.com/watch?v=8jTyKk8IrAo

7 Haziran 2016 Salı

Bugün çok güzel bir gün. (07.06.2016)

Tam beş yıl önce seninle yaz ile kış gibiydik.
İpek'e biraz Aslı kattığını ilk "bu yemeğe de biraz nane iyi gider" diye içimden geçirdiğim gün anladım.
Sonrasında her yemek nanesiz biraz eksikti ve ben içimde katlanarak büyüdüğünü anladım.
Kendim için almayı planladığım şeyler için ne zaman bir yere girsem iki tane alıp çıktığımı fark ettiğim gün anladım.
Ne istersin demek yerine elinde bir bardak papatya çayıyla yanıma geldiğin gün anladım.
Yan yana hiç konuşmadan otururken bir anda aynı şeyi söylediğimiz gün anladım.
Videoları izlerken hareketlerimizin ne kadar da birbirine benzediğini gördüğümde anladım.
Benim gibi gülmeye başladığın, senin gibi kollarımı kavuşturmaya başladığım gün anladım.
Biz birbirimize dönüşürken hatta her şey değişirken yıllar geçti gitti.
Yıllar geçerken bizi de iç içe geçirdi ve bugün artık seninle ilkbahar ile sonbahar gibiyiz.
Dönüşümümü tamamladığım bu evden sana son kez yazıyorum.
Beş yıl önceye dönebilseydim seninle yaşadığım tek bir anı bile değiştirmek istemezdim.
Ne kadar zaman geçerse geçsin içimde estirdiğin rüzgarını hep yüzümde hissedeceğim.
Bunu biliyor olmak bana güç veriyor.
Yıllar geçmeye devam edecek, hayat bizi belki de hiç beklemediğimiz yerlere savuracak.
Ama bir gün gelecek ve biz artık sadece ikimiz olmayacağız.
Aşık olduğum adam senden dinleyecek beni.
Çocuklarımıza şimdilerde biriktirdiğimiz gelecekteki İpek'e ve Aslı'ya videolarını izleteceğiz.
Dostluğun, paylaşmanın, birken iki olmanın nasıl bir şey olduğunu hissederek öğrenecekler.
Yanımda olduğunu bilmek mevsim geçişlerimi kolaylaştırıyor.
İyi ki varsın, iyi ki dünyama doğmuşsun.
Seni çok seviyorum. 

21 Şubat 2016 Pazar

Sadece "yazmak güzeldir" diyecektim laf lafı açtı.

Birilerine yol gösterici olmanız gerektiği zamanlarda yazıya nasıl başlarsınız?
Genç bir kız ve erkek olma yolunda ilerleyen bir sınıf dolusu parlak göze yazılarımın okunacağını duyduğumdan beri bunu düşünüyorum ve kendime yol gösterici olarak seçtiğim insanların yazdıklarından yola çıkmanın iyi bir fikir olduğuna karar verdim.
O insanlardan biri de elbette Nil Karaibrahimgil.
                                                     * * *
On yıl önceye gidip kulağıma bir şeyler fısıldama şansım olsaydı şunları söylemek isterdim:
Şu aralar hayatının en güzel dönemine henüz girmedin, çok şanslısın.
O dönem için öyle güzel bir temel hazırla ki ileride baktığında "hayatımın en güzel dönemini dolu dolu geçirdim" diyebil.
Sabret.
Bazen hemen her şey olsun istiyorsun, biliyorum.
Öyle zamanlarda saate bak ve bir dakikanın ne kadar da hızlı geçtiğini fark et.
Bunu fark ettiğinde "daha çok var" dediğin her şeye aslında ne kadar da az kaldığını anlayacaksın.
Upuzun bir yolun henüz çok başındasın.
Bu yol sen istesen de bitecek istemesen de.
O yüzden her adımını dans eder gibi at.
Öyle anlar gelecek ki bazen topuklarından saplanıp kalmışsın ve giderek zamanın içine batıyormuşsun gibi hissedeceksin.
Panikleme.
Çakılıp kalabileceğin bir zaman dilimi yok hayatta unutma.
Gözlerini kapat ve içinden on üçe kadar say çünkü ona kadar saymak bazen yeterli olmayabiliyor.
İnan bana gözlerini açtığında her şeyin daha iyi olduğunu göreceksin.
Saplanıp kalmak isteyeceğin güzel anlar da olacak.
Gitmesin istediğin insanlar, bitmesin istediğin dostluklar da.
Yeni hatıralara hatta bazen yeni insanlara yer açmak için eskilerin sahneden çekilmesi gerekebiliyor.
Umutsuzluğa kapılma.
Senin için yeni bir perde açıldığında orada seni bekleyen yeni insanlar da olacak.
Şu günlerde gelecekteki sen için küçük ipuçları bırak.
Nasıl biri olduğunu, neler yaşadığını unutmamasını sağla.
Gittiğin gezdiğin gördüğün yerlerden kartpostallar al ve onların arkalarına birer cümle yazıp tarih at.
İnan bana gelecekte seni bunlardan daha mutlu edebilecek bir hediye olmayacak.
Birkaç insanın elini sıkıca tut ve onları yıllar dediğimiz rüzgarın savurmasına asla izin verme.
Anılarınızdan bağla mesela onları kendine.
Bunu da nasıl yaparsın biliyor musun?
Yazarak.
İçinden taştığın mektuplar yaz onlar için.
Biliyorum şu an kulağa çok çocukça ve gereksiz geliyor.
Ama bir zaman sonra onlar da sana cevap yazmaya başlayacaklar.Böylece biriktirmenin güzelliğini içinde hissedeceksin.
Yıllar sonra bir araya geldiğinizde onları okuyacaksınız ve hiç hatırlamadığınız detayları satır aralarında bulup şaşıracaksınız.
"İyi ki yapmışım" diyeceksin.
Bunu dedirtecek bir tüyo daha vereyim sana.
İçindeki hazineyi çıkarmak için şimdiden kazmaya başla.
Çünkü erteledikçe dibe batan bir hazineymiş bu, bugünlerde öğreniyorum.
Sen sen ol içinde' çıkar beni' diye yankılanan o sese rağmen üşengeçlik battaniyesini üstüne çekip uyuma.
Biliyorum uyku, çok tatlı.
Ama hareket de berekettir unutma.
Kalk eline bir kağıt kalem al.Belki ileride çok ünlü bir ressam olmak için kaybedecek bir günün bile yoktur.
Belki basım sayısı üç basamaklıları bulmuş bir yazar olmak için bugünden birikim yapman gerekiyordur.
Belki sesini duyuracağın yer tam da burasıdır ve sen şimdi sesini çıkarmazsan o treni kaçıracaksındır.
Belki ellerin çamura değdiğinde seramikten harikalar yaratacaksındır kim bilir.
Bunu anlamak içinse çamuru bulman ve onunla oynaman gerekiyor unutma.
Hayat da yeteneklerin de sana bir kitap halinde sunulmayacak.
"Hayatın bilmemkaçıncı sayfasında karşıma çıkar  nasılsa" diyeceksin biliyorum.
Üzgünüm ama çıkmıyor.
Ve bir konuda çok yetenekli olsan bile birilerinin seni uyandırmasını asla bekleme.
Hayatını sürekli birilerinin yaptıkları üzerine kurmak, sonsuza kadar seni uyutabilecek tek şeydir.
Eğer sen içindeki hazinenin farkına varır ve bugün kendini keşfedebilirsen ileride yazdıkların bir sınıf dolusu parlak gözlü çocuğa ilham olsun diye okutulabilir.
Belli mi olur belki bir çocuğun hayatı sayende değişir.
Bir kumbara gibi düşün hayatı.
İçinde kendini biriktirdiğin, biriktikçe çoğaldığın bir kumbara.
Gelip geçerken attığın her güzel şey hatta hayatına girenlerin sana bir güzellik olsun diye uzattığı her yardım eli ileride dudaklarından 'iyi ki' olarak dökülecek.
Bazı şeyleri aceleye getirme.
Dikkatli ol.
Henüz yer çekimi ile tam olarak tanışmadığın dünyanda yaşadığın şeyler,hayatına aldığın insanlar ileride yere çakılmana sebep olabilir.
Yumuşak inişler yapmak istiyorsan hayatına girenlere dikkat et annenin söylediklerine kulak ver.
Bazen en güvendiğin insanlar bile yanılabilir unutma.
Doğru kararı birilerinin senin için vermesini bekleme.
Doğruyu bulmayı öğren.
Bunun yolu da hata yapmaktan geçiyor.
Hata yapmaktan korktuğun için asla vazgeçme.
Seçici ol.
Her kitabı okuma, her filmi izleme, her güzel şeyi giyme, herkes yapıyor diye her şeyi yapma.
Kitabın da filmin de giydiklerin de seni yansıtıyor unutma.
En önemlisi de sözcüklerin.
Seçtiğin her kelime aslında hayatta nerede olmak istediğinin cevabını verir.
Zeka perdeleri olan bir yelpaze gibidir unutma.
Duygusal zeka dediğimiz şey ise her zaman geliştirebileceğin ve daima seni bir adım öne geçirecek olan asıl şeydir.
Geliştirmenin yolu ise önce kendini tanımaktan sonra ise insanların yerine kendini koyabilmekten geçiyor.
Empati, hayatın hangi duygusunu yaşıyor olursan ol unutmaman gereken en önemli kelime.
Affedici ol.
Değer verdiğin insanlar için kredili çalışma.
Onların içinde her an tükenebilecek bir şeymişsin hissini uyandırırsan seni çabucak tüketmeyi seçeceklerdir.
"Böyle yapıyor ama canı bir şeye sıkılmıştır" diyebil.
İnan bana böyle düşünüp sakin kalabildiğin her an olgunlaştığını hissedeceksin.
Böyle böyle büyüyeceksin...

17 Şubat 2016 Çarşamba

Neden ?

Konduğu kalıbın şeklini alabilecek bir kıvamdayken çivi kalıbına beni önce doldurup sonra orada olmamın hesabını sorduklarında neden 'senin yüzünden' diyemedim ki ?
Diğerlerine söktürülecek bir çivi olmak istiyor muydum bakalım ben.
Ya da beni bir çivi yapıp vura kıra kendine çakmaya çalışan insanlara, canlarını yakmamak için, neden batmamaya çalışıyorum ki hala ?
Neyse ne diyordum.
Ha evet, portatif bir nesneye dönüştüğünüz gün 'ben bu değilim' demek yerine 'ben bu olmayacağım' deyin ve doldurulduğunuz şey her ne idiyse ondan kurtulmayı deneyin.
Ben öyle yapıyorum.

(23.10.2015)

15 Şubat 2016 Pazartesi

Yeter ki aşk olsun.

Geçen günlerden birinde maillerim arasına adı bile yazmayan birinden bir mesaj düştü.
Tanımadığım insanlardan mesajlar aldığım olmuştu ama bu gelen farklıydı.
Çünkü bu sefer bana yöneltilmiş bir soruyla karşı karşıyaydım.
Mesajda şöyle diyordu: "Herkes aşkı yazarken yirmi üç yaşında olmana rağmen neden aşktan yazmıyorsun? "
Kendime biraz zaman verdim ve bu soruya verilebilecek doğru bir cevap aradım.
Aslında ben hep aşktan yazarım.
Aşık olduğum şeyleri yazarım.
Sadece aşkı iki kişiye indirgemem hepsi bu.
Ama bu sorudaki her kelimenin ardına iki kişinin saklandığı çok belliydi.
O iki kişi hayatlarında belki de en yaşanması gereken duyguyu yaşıyorlar.
Ev yapar gibi aşk yapıyorlar.
Temellerini atarken katlar çıkabilmek için sabırsızlanıyorlar.
Merdiven dayıyorlar birbirlerine.
Birinin kaldırıp koyamadığı o taşın altına diğeri sokuyor elini.
Saygı ile doldurdukları temelin ikinci katına güveni son katına aşklarını çıkıyorlar.
Bir gün her şey tepetaklak olsa bile saygı hep orada olsun diye.
Vakit varken ve aceleleri de yokken ellerini korkak alıştırmamaları gerektiğini öğreniyorlar yavaş yavaş.
Kendi elleriyle ve tamamen onlara ait olan bir şey yaratabiliyor olmak her geçen gün onları evleriyle birlikte daha az yerçekimli bir gezegene taşıyor.
Katları çıktıkça renkleniyor duvarları.
Tüm odalara kovalarca önce içlerini sonra kendilerini boşaltıyorlar.
Etrafa yerleştirilmiş, kırılabilecek pek çok şey için temkinli davranıyorlar ve birbirlerine sebepler veriyorlar zamanı geldiğinde affedici olabilmek için.
Bu sebepler, günü geldiğinde kırılan tüm parçaları eski haline getirebilecek kadar güçlü bir yapıştırıcı oluyor onlara.
Kırılan bir vazonun eskisinden bile daha sağlam olabildiği bir ev burası.
Zamanın, ara sıra uğrayıp, iç dökmeler esnasında etrafa saçılan dağınıklığı topladığı bir yer burası.
Yerli yerine oturdukça her şey, evin içinde sesler daha az yankılanmaya başlıyor.
Aşka düşmek diye bir kavramın olmadığına o pikabın çaprazında duran kanepede otururlarken karar veriyorlar.
Aşk düşülebilecek bir yer değildir çünkü.
Aşk olsa olsa yokuşları olan ve zirvesine tırmandığında tüm yıldızları gündüz gözüyle bile görebildiğin bir tepedir.
Aşka doğru çıkabilirsin mesela hatta belki koşarsın, kanatlanır uçarsın belki, kim bilir aşk bu.
İnsan ne zaman aşka çıkmayı bırakıp düşmeye başlar biliyor musun ?
Evin pencerelerini zorlayacak şeyler yaptığında.
Yalan söylediğinde mesela.
O evin pencereleri, esen sert rüzgara dayanamayıp kırıldığında kurulan tüm hayallerin de anıların da üstü tozla kaplanır.
İçeride hep olmasını dilediği kişinin önce elleri sonra kalbi buz keser.
Sonra ne olur biliyor musun?
İçini ısıtacak bir yerlere gider.
Tıpkı kuşlar gibi işte.
İçini ısıtacak o yer, iyi bir şeyler yaptığına inandığı günlerde "seninle gurur duyuyorum"u duyabileceği bir yerdir belki.
İçtenliği gibi iyi niyetini de ispatlamak hatta kendini anlatmak zorunda kalmayacağı bir yerdir belki.
Git geller yaşamayacağı yaşatmayacağı bir yerdir belki de.
Neresi olursa olsun...
Yeter ki aşk olsun...


Keyifle dinleyin.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Çamaşır ipine ruhumu assam havalanır mı ?

Bazen  dört yapraklı yoncanın  beşinci yaprağıymış gibi hissediyor musunuz siz de ?
Hakkınızda "canlıdır, bırakın dursun" diyorlardır ama oradasınızdır ve olanların farkındasınızdır.
Oraya ait olmamanız yonca yaprağı olduğunuz gerçeğini asla değiştirmez yine de fazla olduğunuzu biliyor olmak içinizi burkar.
Yağmurlar yağar üzerinize, damlaları süzülür her zerrenizden.
Normaldir, çiçeksinizdir gün gelir kurursunuz da.
Sanki kökünüz ayrıymışçasına diğerleri gibi güzel kalamazsınız, günden güne sararıp solarsınız.
Çaresizlik ne demekmiş yaşayarak öğrenirsiniz.
Ya da nasıldır biliyor musunuz ?
Süslenip püslenip içine reçel doldurulmuş, birine hediye edilmiş bir kavanoz gibisinizdir.
Birileri için hediye olduğunuzu hissettiğiniz her an aynada gözünüze daha da güzel görünürsünüz, önemsendiğinizi bildikçe asla diğerleri gibi olmayacakmışsınız gibi gelir.
Ama zaman acımasızdır, gün geçtikçe üzerinize renkli kalemlerle çizilmiş desenler silinmeye başlar.
Reçeliniz biter, insanların ağzını tatlandıramaz olursunuz,
O gün muhafaza edilmeniz gereken yerden,buzdolabından, çıkarılıp önce diğerlerinin yanına sonra da kapının önüne konulursunuz.
Yağmurlar yağar üzerinize, her damlası içinize dolar.
Bir gün gelir taşarak ya da kırılarak boşalırsınız.
O gün geldiğinde kiminiz aşk kiminiz hüzün akıtır o su aksın yolunu bulsun diye yapılmış çukurlardan.
Yolunu bulmasını dilersiniz.
Taştıysanız hala bir umut vardır.
Ama kırıldıysanız geriye sadece parçalarınız kalır.
İçinizden akıp gidenler yağmur suyuna karışır, fark bile edilmez çoğu zaman.
Bir daha dolamayacak olmak içinizi rahatlatır bir süre.
"Oh be, artık bitti !" dersiniz.
Ruhunuzu ipe asıp havalandırırsınız.
Bir daha tek parça olamayacağınızı anladığınızdaysa duygularınız çoktan etrafa dağılmış olur.
Zaten dağınık olan hayatınızı bu sefer darmadağın olmuş bir şekilde düzene sokmaya çalışırsınız.
Kim bilir, belki başarırsınız...


(08:09) Bu yazıyı yazdığım on beş dakikanın her saniyesinde kulağımda hüzünlü mü umutlu mu bir türlü karar veremediğim bu parça vardı.Umarım umutludur.Keyifle dinleyin.


3 Şubat 2016 Çarşamba

Kim olduğunu bilmediğim birine...

Gün her sabah 07.00'da başlar İstanbul'da.
Ama o sabah çok daha erken başlamıştı benim için.
Giyinip hazırlanmam on üç dakikamı aldı.
On üç dakikanın içine yaptığım kahveden yudumlar sığdırmaya çalışıyordum.
Ağzımı burnumu yakmayı becerip, kafeini de yeterli dozda bünyeme alamadığımı anlayınca termosuma aktardım ve elimde tuttuğum kağıtta yazan adrese gitmek üzere çıktım evden.
Son birkaç dönemdir girdiğim üniversitede girecektim yine açık öğretim sınavına.
Son birkaç dönemde hiçbir şey değişmemişti ve ben yine sınavına gireceğim derslerin isimlerini sınavda öğrenecektim.
Sınava yine aynı fakültede aynı katta farklı bir sınıfta girdim.
Sınavdan ne zaman çıkarsam uçağı kaçırmamın hesabını yaptım sınav başlayana dek, sınav da zaten 30 dakika ya sürdü ya sürmedi.
Alelacele eşyalarımı toparlayıp sınav görevlisine cevap kağıdımı teslim ettim ve koşar adımlarla fakültenin merdivenlerinden indım.
Tam o anda bir şey oldu.
Ve ayaklarım geri geri gitmeye başladı.
Yine koşuyordum ama bu sefer sebebi acelem oluşu değildi.
Bu sefer sebebi içimde kanat çırpışlarını hissettiğim merak duygusuydu.
Geçen sınav döneminde sınava girdiğim sınıfın önünde buldum kendimi.
Bir ileri bir geri yapıp içeride ne kadar öğrenci kaldığına bakıyordum ki tüm bunlar olurken zamanın epeyce geçmiş olmasından olsa gerek son iki öğrencinin de ayaklandığını gördüm.
Onlar kapıdan çıkarken ben içeri dalıverdim ve vize zamanı oturduğum sıranın başına gidip sıranın üzerinde yazanları okumaya başladım.
Sonra oturdum ve mucizenin gerçekleşmesini izledim.
Vize döneminde o sırada otururken sıranın üzerine kime olduğunu bilmeden ve kim olduğumu belli etmeden yazdığım iki satır yerine ulaşmıştı.
O sırada oturana armağan ettiğim bir iki cümle, ona daha önce hiç geçmediği bir kapıyı aralamıştı belki de.
Ve karşılık beklemeksizin yapılmış, umulmadık anlarda gelen mutluluğun insanı kollarından tutup havalara fırlattığını görmüştü.
O da sıraya oturan birilerinin hayatında kısa ama fosforlu bir renk olabilmek için bir şeyler yazmıştı ve şimdi oturup mucizeyi izleme sırası ondaydı.
Yazdıkları bana değildi.Bana olup olmaması önemli de değildi zaten.
Az önce bu sırada sınava giren biri vardı ve o kişi bu sabah şanslı tarafından kalkmıştı.
Şaşkınlık ve mutluluk karması bir duygunun yüzüme yansıması şapşal bir gülümseme olmuş olacak ki koridorda karşılaştığım bir gözetmen gülümsedi bana.
"İyi günler!" derken ağzımdan kelebekler çıkıyordu.
Bu nasıl bir duygu biliyor musunuz?
Hani bazen olur ya resim yapmak istersiniz ve elinizde yalnızca iki renk boya vardır.Bulutları boyamak istersiniz ama "siyah ya da kırmızı bulut mu olur! " der iç çekersiniz.
İşte bu, tam da o anda elinizdeki siyah boyanın mavi boyamaya başlaması gibi bir şey.
Mucizevi bir şey.
"Nasıl olur ya?" sorusunu hem sorduğun hem de çok umursamadığın bir şey.
Bu Claude Monet'in resim hayatını mavi ve kırmızı olarak ikiye ayırması gibi bir şey.
Kırmızı döneminiz başladığında her şeyin aslının görünenden çok daha farklı olduğunu keşfedeceksiniz.
Güzel bir gün olsun ve siz yaşayın.


17 Ocak 2016 Pazar

Ocağın on üçüydü...

Titriyordum.
Kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara ile kan beynime sıçramıştı.
Kapıyı bir hışımla kapattıktan sonra 'şimdi ne yapacağım' diye bas bas bağırıp evin içinde terör estirmeye başladım.
Sonra üzüntüyle gelen sinir harbinin yerini gözyaşlarım aldı.
Az önce öfkeden titreyen bedenimi bu kez çaresizlik ele geçirmişti.
Derin bir nefes aldım.
Geçen yalnızca üç saniyeydi ama bu omuzlarımdan tutup 'kendine gel' demek için yeterli bir süreydi.
İlk iş görüşmemin olduğu gün tüm aksilikler karşıma geçip 'bakalım şimdi ne yapacaksın?' diyordu.
Ardından ben kendime dönüp aynı soruyu sordum.
Bakalım şimdi ne yapacaksın İpek?
                   ***
Bir sabah uyanıyorsun ve aldığın telefonla hayatının değişebileceği hissine kapılıyorsun.
O his ile günlerce Charlie Chaplin olup havalara her zıplayışında topuklarını birbirine vuruyorsun.
Her şeyin tam ve yolunda olduğuna inandırıyorsun kendini.
Son dakika çıkacak sorunlara karşı hayatını öylece kavanoza tıkıp sıkıca kapağını kapatmak istiyorsun.
Öyle de yapıyorsun.
Kar yağıyor düşüp kolunu kırmamak için dışarı çıkmıyorsun.
Saçlarını kestiresin ya da rengini değiştiresin geliyor yakışmazsa deyip o önemli günün ötesine bir tarihe erteliyorsun.
Aşık oluyorsun ve gidip 'çok güzel gülüyorsun' demek istiyorsun ama duygu durumunun karmaşasında boğulmaktan korkup "sonra" diyorsun.
O gün için aldığın o güzel bluzu arkadaşlarınla yemeğe çıkarken giymek istiyorsun, askıdan alıp aynada üzerine tutuyorsun sonra aklına inatçı lekeler geliyor ve bir kez daha erteliyorsun.
Erteliyorsun..Erteliyorsun..Erteliyorsun.
Ve o gün geliyor uğruna haftalardır kavanoza tıkıp, en güzel haliyle muhafaza ettiğin hayatın dışarı çıkıyor.
Sanıyorsun ki ayağına takılabilecek hiçbir şey yok artık.
Ama öyle olmuyor ve son dakika, o zamana dek hiç hesaba katamadığın, ufacık bir taş takılıyor hayatına ve sendeliyorsun.
Paniğe kapılıp ne yapacağını bilemiyorsun.
Evet bilemiyorsun çünkü o zamana dek sorunlarla nasıl baş edilir öğrenmek yerine sorunlardan uzak olmayı seçmişsin.
O an hayatın mizah anlayışı karşısında beyninin sağ lobuna güvenmekten başka çaren kalmıyor.
Ve hayattaki en büyük mucizenin içinde olduğunu keşfediyorsun.
Bunu öğrenmek sana kendi kendine yetebilmenin kapılarını açıyor ve sen o kapılardan omurgan dik olarak geçiyorsun.
'Bunun da üstesinden gelirim' demeyi öğrendikçe hayattan korkmuyorsun artık.
                ***
Sonunda ne mi oldu?
Mülakatta karşımda duran kadının yüzündeki ilk tebessümden itibaren sesim hiç titremeden konuştum.
Ve kapıdan çıkar çıkmaz telefona sarıldım.
Olanları anlatırken ağzımdan mutlu bir şarkının nakaratındaki notalar çıkıyordu.

Güzel bir pazar olsun :)

6 Ocak 2016 Çarşamba

Toplama ol bölmek çok zor.

Siz de oturup gecenin bilmem kaçlarına kadar çok sevdiğiniz insanlarla hayata dair konuşmalar yaptıktan sonra odanıza geçip yatağın kenarına oturduğunuzda avuçlarınızın arasına alıyor musunuz yüzünüzü?
Zamanın nasıl geçtiğine bir kez daha hayret ederken serçe parmağınızla göz altlarınızda fark etmeden daireler çizerken buluyor musunuz kendinizi?
Geçen zamanda yalnızlaştıkça bunun aslında o kadar da kötü bir şey olmadığını anlayıp bir kova suyu boca ediyor musunuz içinize?
Ben Ocağın beşini altısına bağlayan gecede kovadaki her damlayı yetkili mercilere iletirken elimi hiç korkak alıştırmadım.
Çünkü hayatın giderek zorlaşan bir matematik problemi olduğunu ve hayatıma giren insanların bu problemi çözerken bana fazladan  birer işlem olarak geri döneceğini fark ettim.
O yüzden galiba üzerime yapışan sıfatların soğuk, mesafeli oluşu üzmüyor artık beni.
Herkesle çok çabuk kaynaşabilen insanları sevemedim hiç mesela.
Her şeyin kolaycacık oluvermesini de sindiremedim içime.
Bu şekilde gelişiveren ilişkilerin her türlüsünde samimiyet bulamadım, çok da aramadım.
Birçok insanı şeffaflıkla takas ettim anlayacağınız.
Farklı şeyler yazmak için oturmuştum masanın başına aslında.Ama madem konu buralara geldi şu örnekle açıklayayım.
Ortasına boylu boyunca kendinizi çizdiğiniz bir resim kağıdı gibi düşünün.
Zamanla o kağıda çizilen her figürle biraz daha kaybolacaksınız.
Giderek ilk bakışta görülemez olacaksınız ve bir gün bir bakacaksınız ki birilerinin kolu bacağı üzerinize çizilmiş.
Başkalarının düşünceleriyle, başkalarının cümleleriyle sürdürmeye başlayacaksınız hayatınızı.
Gülüş şekliniz hatta verdiğiniz tepkiler değişmiş olacak.Evet, bunun kalabalık bir hayatla ilgisi pek yok aslında.
Aslı artık benim gibi gülüyor, Berkay yavru kedi gördüğünde ona gözlerini kısarak boynunu hafifçe yatırarak bakıyor.Tıpkı benim gibi.
Ama olaylara bakış açınızın sürekli değişiyor olmasının, git gellerinizin sıklaşmış olmasının kendinizle olan kavgalarınızın hatta gülerken ağlayabiliyor olmanızın kalabalıklaşmış hayatınızla çok ilgisi var.
O çok sevdiği kalabalık hayatın içinde kendi esamesi bile okunmayan canlılarız biz.
O çok severek çizdiği popülerlik çerçevesi içindeki resmin altında ezilen insanlarız biz.
Konu nasıl buralara geldi anlamadım.
Neyse bu da böyle olsun...

1 Ocak 2016 Cuma

Gelecekteki İpek'e...

Merhaba gelecekteki sevgili ben,
Sana bu satırları 2016'nın 1 Ocağından yazıyorum.
Saat şu an tam olarak 12:08.
O gün geldiğinde kendini karaya vurmuş balık gibi hissedersen yine kendine pusula olabil diye yazıyorum.
Çünkü bir insan sadece kendine "bırak beni, yaşayarak öğreneceğim" diyemiyor.
Belki de dinlemek zorunda olduğun tek ses olduğum için yazıyorum.
Serin kalabil, yaşadıklarını unutma diye yazıyorum.
Bu yıl senin için umulmadıklar yılıydı aslına bakarsan.
Olmaz dediğin ne varsa oldu.
İnanamam dediğin ne varsa inandın.
İnandırıldın.
Uğraşamam dediklerinle uğraştın, mümkün değil sevemem dediğin herkesi sevdin.
Demek ki isteyince oluyormuş.
Ya da büyük konuşmak sana yaramıyor kardeşim.
Ailenden çok uzak kaldın.
Onlara yeterince vakit ayırabilmişsindir umarım bu yıl.
Mezun olmaya ramak kaldı.
Hala sinema televizyon konusuna sıcak bakıyorum ama ne karar verirsen ver arkandayım.
Sahiden arkandayım zira senin için artık bir şey yapamam.
Geçmişinle yaşayamazsın.
Yıllardır öğrenmek isteyip içine sindiremediğin tek şey belki de bu.
Bir kenara bırakmadan yenilere yer açamazsın.
Unut diyemem ama hatırlamamak senin elinde.
Lütfen bu yıl kendine bu iyiliği yapmış ol.
Bir iyilik daha yap hatta ve yazı yazmaya devam et.
Sen, yazının iyileştirici gücünü kullanarak pek çok şeyi başardın.
Şimdi bırakamazsın.
Belirli aralıklarla sürdürdüğün yazı hayatına çeşitli bahanelerle ayraçlar yerleştirdin on iki ay boyunca.
Oysa hiç tanımadığın, bilmediğin insanlardan mesajlar almak nasıl da mutlu etmişti seni.
Hayatına o güne dek hiç uğramamış insanlar Milliyet Blog için kanına girdiler.
Duygu cetvelinde mavinin en gurur verici rengiyle tanıştın.
Ağlayarak yazdıklarını ağlayarak okuyorlardı, 'bir gün bir yerde seninle karşılaşabilir miyim? ' sorusuna 'umarım' kelimesini eklediler.
Ve sen birilerinin içine işlemeyi başarmışken şimdi bırakamazsın.
Bırakmaman gerekenler listesine bu yıl özellikle hatıralarını ekliyorum.
Çünkü son kez bu evden sana yazıyorum.
Şu an neredesin ve neler geldi başına bilmiyorum.
Umarım hayal ettiğin gibi gitmiştir her şey ve bilinmezliğin baş döndürücü havasına kapılıp oradan oraya savrulmamışsındır.
Aslı'yla olan ev arkadaşlığınızın sonuna gelme düşüncesi seni şimdiden hüzünlere gark ediyor.
Kim bilir nasıl ayrıldınız.
Evin kapısını son kez kapatırken neler geçti aklından.
Her son bir başlangıç değildir unutma.
Unutursan yeniden başlayamadığın her yolun sonu için gözyaşlarına boğulursun.
Ha bu arada sabahları gözünü sütsüz, şekersiz zift gibi bir fincan kahve ile açmaya çok alıştın.
Bir saniye ver bana kahvemden bir yudum daha alayım soğumadan.
Ne diyordum,ha evet kahvaltıyla başlayabiliyordur umarım artık günlerin.
'Seni seviyorum' cümlesini bu yıl da sevdiklerinden esirgemedin.
Onlara kartpostallar gönderip uzakları yakın ettin.
Umarım pişirme süren hala aynıdır.
Pembeleşmek üzere üstüne gelen insanları erken parlayıp kül etmiyorsundur.Yok yok yapmıyorsundur.
Uyku, ilham perisiyle geçirdiğin vakti hala kıskanıyordur belki de.
Kıskançlık iyidir.Seven insan kıskanır.
Umarım etrafında seni kıskanan, gözünün içine bakan insanlar vardır.
Umarım bol papatyalı, daha az papatya çaylı bir yıl geçirmişsindir.


                                                                                                 Gülümse
                                                                               Geçmişte kalan sen-bugünü yaşayan ben