3 Şubat 2016 Çarşamba

Kim olduğunu bilmediğim birine...

Gün her sabah 07.00'da başlar İstanbul'da.
Ama o sabah çok daha erken başlamıştı benim için.
Giyinip hazırlanmam on üç dakikamı aldı.
On üç dakikanın içine yaptığım kahveden yudumlar sığdırmaya çalışıyordum.
Ağzımı burnumu yakmayı becerip, kafeini de yeterli dozda bünyeme alamadığımı anlayınca termosuma aktardım ve elimde tuttuğum kağıtta yazan adrese gitmek üzere çıktım evden.
Son birkaç dönemdir girdiğim üniversitede girecektim yine açık öğretim sınavına.
Son birkaç dönemde hiçbir şey değişmemişti ve ben yine sınavına gireceğim derslerin isimlerini sınavda öğrenecektim.
Sınava yine aynı fakültede aynı katta farklı bir sınıfta girdim.
Sınavdan ne zaman çıkarsam uçağı kaçırmamın hesabını yaptım sınav başlayana dek, sınav da zaten 30 dakika ya sürdü ya sürmedi.
Alelacele eşyalarımı toparlayıp sınav görevlisine cevap kağıdımı teslim ettim ve koşar adımlarla fakültenin merdivenlerinden indım.
Tam o anda bir şey oldu.
Ve ayaklarım geri geri gitmeye başladı.
Yine koşuyordum ama bu sefer sebebi acelem oluşu değildi.
Bu sefer sebebi içimde kanat çırpışlarını hissettiğim merak duygusuydu.
Geçen sınav döneminde sınava girdiğim sınıfın önünde buldum kendimi.
Bir ileri bir geri yapıp içeride ne kadar öğrenci kaldığına bakıyordum ki tüm bunlar olurken zamanın epeyce geçmiş olmasından olsa gerek son iki öğrencinin de ayaklandığını gördüm.
Onlar kapıdan çıkarken ben içeri dalıverdim ve vize zamanı oturduğum sıranın başına gidip sıranın üzerinde yazanları okumaya başladım.
Sonra oturdum ve mucizenin gerçekleşmesini izledim.
Vize döneminde o sırada otururken sıranın üzerine kime olduğunu bilmeden ve kim olduğumu belli etmeden yazdığım iki satır yerine ulaşmıştı.
O sırada oturana armağan ettiğim bir iki cümle, ona daha önce hiç geçmediği bir kapıyı aralamıştı belki de.
Ve karşılık beklemeksizin yapılmış, umulmadık anlarda gelen mutluluğun insanı kollarından tutup havalara fırlattığını görmüştü.
O da sıraya oturan birilerinin hayatında kısa ama fosforlu bir renk olabilmek için bir şeyler yazmıştı ve şimdi oturup mucizeyi izleme sırası ondaydı.
Yazdıkları bana değildi.Bana olup olmaması önemli de değildi zaten.
Az önce bu sırada sınava giren biri vardı ve o kişi bu sabah şanslı tarafından kalkmıştı.
Şaşkınlık ve mutluluk karması bir duygunun yüzüme yansıması şapşal bir gülümseme olmuş olacak ki koridorda karşılaştığım bir gözetmen gülümsedi bana.
"İyi günler!" derken ağzımdan kelebekler çıkıyordu.
Bu nasıl bir duygu biliyor musunuz?
Hani bazen olur ya resim yapmak istersiniz ve elinizde yalnızca iki renk boya vardır.Bulutları boyamak istersiniz ama "siyah ya da kırmızı bulut mu olur! " der iç çekersiniz.
İşte bu, tam da o anda elinizdeki siyah boyanın mavi boyamaya başlaması gibi bir şey.
Mucizevi bir şey.
"Nasıl olur ya?" sorusunu hem sorduğun hem de çok umursamadığın bir şey.
Bu Claude Monet'in resim hayatını mavi ve kırmızı olarak ikiye ayırması gibi bir şey.
Kırmızı döneminiz başladığında her şeyin aslının görünenden çok daha farklı olduğunu keşfedeceksiniz.
Güzel bir gün olsun ve siz yaşayın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder