21 Şubat 2016 Pazar

Sadece "yazmak güzeldir" diyecektim laf lafı açtı.

Birilerine yol gösterici olmanız gerektiği zamanlarda yazıya nasıl başlarsınız?
Genç bir kız ve erkek olma yolunda ilerleyen bir sınıf dolusu parlak göze yazılarımın okunacağını duyduğumdan beri bunu düşünüyorum ve kendime yol gösterici olarak seçtiğim insanların yazdıklarından yola çıkmanın iyi bir fikir olduğuna karar verdim.
O insanlardan biri de elbette Nil Karaibrahimgil.
                                                     * * *
On yıl önceye gidip kulağıma bir şeyler fısıldama şansım olsaydı şunları söylemek isterdim:
Şu aralar hayatının en güzel dönemine henüz girmedin, çok şanslısın.
O dönem için öyle güzel bir temel hazırla ki ileride baktığında "hayatımın en güzel dönemini dolu dolu geçirdim" diyebil.
Sabret.
Bazen hemen her şey olsun istiyorsun, biliyorum.
Öyle zamanlarda saate bak ve bir dakikanın ne kadar da hızlı geçtiğini fark et.
Bunu fark ettiğinde "daha çok var" dediğin her şeye aslında ne kadar da az kaldığını anlayacaksın.
Upuzun bir yolun henüz çok başındasın.
Bu yol sen istesen de bitecek istemesen de.
O yüzden her adımını dans eder gibi at.
Öyle anlar gelecek ki bazen topuklarından saplanıp kalmışsın ve giderek zamanın içine batıyormuşsun gibi hissedeceksin.
Panikleme.
Çakılıp kalabileceğin bir zaman dilimi yok hayatta unutma.
Gözlerini kapat ve içinden on üçe kadar say çünkü ona kadar saymak bazen yeterli olmayabiliyor.
İnan bana gözlerini açtığında her şeyin daha iyi olduğunu göreceksin.
Saplanıp kalmak isteyeceğin güzel anlar da olacak.
Gitmesin istediğin insanlar, bitmesin istediğin dostluklar da.
Yeni hatıralara hatta bazen yeni insanlara yer açmak için eskilerin sahneden çekilmesi gerekebiliyor.
Umutsuzluğa kapılma.
Senin için yeni bir perde açıldığında orada seni bekleyen yeni insanlar da olacak.
Şu günlerde gelecekteki sen için küçük ipuçları bırak.
Nasıl biri olduğunu, neler yaşadığını unutmamasını sağla.
Gittiğin gezdiğin gördüğün yerlerden kartpostallar al ve onların arkalarına birer cümle yazıp tarih at.
İnan bana gelecekte seni bunlardan daha mutlu edebilecek bir hediye olmayacak.
Birkaç insanın elini sıkıca tut ve onları yıllar dediğimiz rüzgarın savurmasına asla izin verme.
Anılarınızdan bağla mesela onları kendine.
Bunu da nasıl yaparsın biliyor musun?
Yazarak.
İçinden taştığın mektuplar yaz onlar için.
Biliyorum şu an kulağa çok çocukça ve gereksiz geliyor.
Ama bir zaman sonra onlar da sana cevap yazmaya başlayacaklar.Böylece biriktirmenin güzelliğini içinde hissedeceksin.
Yıllar sonra bir araya geldiğinizde onları okuyacaksınız ve hiç hatırlamadığınız detayları satır aralarında bulup şaşıracaksınız.
"İyi ki yapmışım" diyeceksin.
Bunu dedirtecek bir tüyo daha vereyim sana.
İçindeki hazineyi çıkarmak için şimdiden kazmaya başla.
Çünkü erteledikçe dibe batan bir hazineymiş bu, bugünlerde öğreniyorum.
Sen sen ol içinde' çıkar beni' diye yankılanan o sese rağmen üşengeçlik battaniyesini üstüne çekip uyuma.
Biliyorum uyku, çok tatlı.
Ama hareket de berekettir unutma.
Kalk eline bir kağıt kalem al.Belki ileride çok ünlü bir ressam olmak için kaybedecek bir günün bile yoktur.
Belki basım sayısı üç basamaklıları bulmuş bir yazar olmak için bugünden birikim yapman gerekiyordur.
Belki sesini duyuracağın yer tam da burasıdır ve sen şimdi sesini çıkarmazsan o treni kaçıracaksındır.
Belki ellerin çamura değdiğinde seramikten harikalar yaratacaksındır kim bilir.
Bunu anlamak içinse çamuru bulman ve onunla oynaman gerekiyor unutma.
Hayat da yeteneklerin de sana bir kitap halinde sunulmayacak.
"Hayatın bilmemkaçıncı sayfasında karşıma çıkar  nasılsa" diyeceksin biliyorum.
Üzgünüm ama çıkmıyor.
Ve bir konuda çok yetenekli olsan bile birilerinin seni uyandırmasını asla bekleme.
Hayatını sürekli birilerinin yaptıkları üzerine kurmak, sonsuza kadar seni uyutabilecek tek şeydir.
Eğer sen içindeki hazinenin farkına varır ve bugün kendini keşfedebilirsen ileride yazdıkların bir sınıf dolusu parlak gözlü çocuğa ilham olsun diye okutulabilir.
Belli mi olur belki bir çocuğun hayatı sayende değişir.
Bir kumbara gibi düşün hayatı.
İçinde kendini biriktirdiğin, biriktikçe çoğaldığın bir kumbara.
Gelip geçerken attığın her güzel şey hatta hayatına girenlerin sana bir güzellik olsun diye uzattığı her yardım eli ileride dudaklarından 'iyi ki' olarak dökülecek.
Bazı şeyleri aceleye getirme.
Dikkatli ol.
Henüz yer çekimi ile tam olarak tanışmadığın dünyanda yaşadığın şeyler,hayatına aldığın insanlar ileride yere çakılmana sebep olabilir.
Yumuşak inişler yapmak istiyorsan hayatına girenlere dikkat et annenin söylediklerine kulak ver.
Bazen en güvendiğin insanlar bile yanılabilir unutma.
Doğru kararı birilerinin senin için vermesini bekleme.
Doğruyu bulmayı öğren.
Bunun yolu da hata yapmaktan geçiyor.
Hata yapmaktan korktuğun için asla vazgeçme.
Seçici ol.
Her kitabı okuma, her filmi izleme, her güzel şeyi giyme, herkes yapıyor diye her şeyi yapma.
Kitabın da filmin de giydiklerin de seni yansıtıyor unutma.
En önemlisi de sözcüklerin.
Seçtiğin her kelime aslında hayatta nerede olmak istediğinin cevabını verir.
Zeka perdeleri olan bir yelpaze gibidir unutma.
Duygusal zeka dediğimiz şey ise her zaman geliştirebileceğin ve daima seni bir adım öne geçirecek olan asıl şeydir.
Geliştirmenin yolu ise önce kendini tanımaktan sonra ise insanların yerine kendini koyabilmekten geçiyor.
Empati, hayatın hangi duygusunu yaşıyor olursan ol unutmaman gereken en önemli kelime.
Affedici ol.
Değer verdiğin insanlar için kredili çalışma.
Onların içinde her an tükenebilecek bir şeymişsin hissini uyandırırsan seni çabucak tüketmeyi seçeceklerdir.
"Böyle yapıyor ama canı bir şeye sıkılmıştır" diyebil.
İnan bana böyle düşünüp sakin kalabildiğin her an olgunlaştığını hissedeceksin.
Böyle böyle büyüyeceksin...

17 Şubat 2016 Çarşamba

Neden ?

Konduğu kalıbın şeklini alabilecek bir kıvamdayken çivi kalıbına beni önce doldurup sonra orada olmamın hesabını sorduklarında neden 'senin yüzünden' diyemedim ki ?
Diğerlerine söktürülecek bir çivi olmak istiyor muydum bakalım ben.
Ya da beni bir çivi yapıp vura kıra kendine çakmaya çalışan insanlara, canlarını yakmamak için, neden batmamaya çalışıyorum ki hala ?
Neyse ne diyordum.
Ha evet, portatif bir nesneye dönüştüğünüz gün 'ben bu değilim' demek yerine 'ben bu olmayacağım' deyin ve doldurulduğunuz şey her ne idiyse ondan kurtulmayı deneyin.
Ben öyle yapıyorum.

(23.10.2015)

15 Şubat 2016 Pazartesi

Yeter ki aşk olsun.

Geçen günlerden birinde maillerim arasına adı bile yazmayan birinden bir mesaj düştü.
Tanımadığım insanlardan mesajlar aldığım olmuştu ama bu gelen farklıydı.
Çünkü bu sefer bana yöneltilmiş bir soruyla karşı karşıyaydım.
Mesajda şöyle diyordu: "Herkes aşkı yazarken yirmi üç yaşında olmana rağmen neden aşktan yazmıyorsun? "
Kendime biraz zaman verdim ve bu soruya verilebilecek doğru bir cevap aradım.
Aslında ben hep aşktan yazarım.
Aşık olduğum şeyleri yazarım.
Sadece aşkı iki kişiye indirgemem hepsi bu.
Ama bu sorudaki her kelimenin ardına iki kişinin saklandığı çok belliydi.
O iki kişi hayatlarında belki de en yaşanması gereken duyguyu yaşıyorlar.
Ev yapar gibi aşk yapıyorlar.
Temellerini atarken katlar çıkabilmek için sabırsızlanıyorlar.
Merdiven dayıyorlar birbirlerine.
Birinin kaldırıp koyamadığı o taşın altına diğeri sokuyor elini.
Saygı ile doldurdukları temelin ikinci katına güveni son katına aşklarını çıkıyorlar.
Bir gün her şey tepetaklak olsa bile saygı hep orada olsun diye.
Vakit varken ve aceleleri de yokken ellerini korkak alıştırmamaları gerektiğini öğreniyorlar yavaş yavaş.
Kendi elleriyle ve tamamen onlara ait olan bir şey yaratabiliyor olmak her geçen gün onları evleriyle birlikte daha az yerçekimli bir gezegene taşıyor.
Katları çıktıkça renkleniyor duvarları.
Tüm odalara kovalarca önce içlerini sonra kendilerini boşaltıyorlar.
Etrafa yerleştirilmiş, kırılabilecek pek çok şey için temkinli davranıyorlar ve birbirlerine sebepler veriyorlar zamanı geldiğinde affedici olabilmek için.
Bu sebepler, günü geldiğinde kırılan tüm parçaları eski haline getirebilecek kadar güçlü bir yapıştırıcı oluyor onlara.
Kırılan bir vazonun eskisinden bile daha sağlam olabildiği bir ev burası.
Zamanın, ara sıra uğrayıp, iç dökmeler esnasında etrafa saçılan dağınıklığı topladığı bir yer burası.
Yerli yerine oturdukça her şey, evin içinde sesler daha az yankılanmaya başlıyor.
Aşka düşmek diye bir kavramın olmadığına o pikabın çaprazında duran kanepede otururlarken karar veriyorlar.
Aşk düşülebilecek bir yer değildir çünkü.
Aşk olsa olsa yokuşları olan ve zirvesine tırmandığında tüm yıldızları gündüz gözüyle bile görebildiğin bir tepedir.
Aşka doğru çıkabilirsin mesela hatta belki koşarsın, kanatlanır uçarsın belki, kim bilir aşk bu.
İnsan ne zaman aşka çıkmayı bırakıp düşmeye başlar biliyor musun ?
Evin pencerelerini zorlayacak şeyler yaptığında.
Yalan söylediğinde mesela.
O evin pencereleri, esen sert rüzgara dayanamayıp kırıldığında kurulan tüm hayallerin de anıların da üstü tozla kaplanır.
İçeride hep olmasını dilediği kişinin önce elleri sonra kalbi buz keser.
Sonra ne olur biliyor musun?
İçini ısıtacak bir yerlere gider.
Tıpkı kuşlar gibi işte.
İçini ısıtacak o yer, iyi bir şeyler yaptığına inandığı günlerde "seninle gurur duyuyorum"u duyabileceği bir yerdir belki.
İçtenliği gibi iyi niyetini de ispatlamak hatta kendini anlatmak zorunda kalmayacağı bir yerdir belki.
Git geller yaşamayacağı yaşatmayacağı bir yerdir belki de.
Neresi olursa olsun...
Yeter ki aşk olsun...


Keyifle dinleyin.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Çamaşır ipine ruhumu assam havalanır mı ?

Bazen  dört yapraklı yoncanın  beşinci yaprağıymış gibi hissediyor musunuz siz de ?
Hakkınızda "canlıdır, bırakın dursun" diyorlardır ama oradasınızdır ve olanların farkındasınızdır.
Oraya ait olmamanız yonca yaprağı olduğunuz gerçeğini asla değiştirmez yine de fazla olduğunuzu biliyor olmak içinizi burkar.
Yağmurlar yağar üzerinize, damlaları süzülür her zerrenizden.
Normaldir, çiçeksinizdir gün gelir kurursunuz da.
Sanki kökünüz ayrıymışçasına diğerleri gibi güzel kalamazsınız, günden güne sararıp solarsınız.
Çaresizlik ne demekmiş yaşayarak öğrenirsiniz.
Ya da nasıldır biliyor musunuz ?
Süslenip püslenip içine reçel doldurulmuş, birine hediye edilmiş bir kavanoz gibisinizdir.
Birileri için hediye olduğunuzu hissettiğiniz her an aynada gözünüze daha da güzel görünürsünüz, önemsendiğinizi bildikçe asla diğerleri gibi olmayacakmışsınız gibi gelir.
Ama zaman acımasızdır, gün geçtikçe üzerinize renkli kalemlerle çizilmiş desenler silinmeye başlar.
Reçeliniz biter, insanların ağzını tatlandıramaz olursunuz,
O gün muhafaza edilmeniz gereken yerden,buzdolabından, çıkarılıp önce diğerlerinin yanına sonra da kapının önüne konulursunuz.
Yağmurlar yağar üzerinize, her damlası içinize dolar.
Bir gün gelir taşarak ya da kırılarak boşalırsınız.
O gün geldiğinde kiminiz aşk kiminiz hüzün akıtır o su aksın yolunu bulsun diye yapılmış çukurlardan.
Yolunu bulmasını dilersiniz.
Taştıysanız hala bir umut vardır.
Ama kırıldıysanız geriye sadece parçalarınız kalır.
İçinizden akıp gidenler yağmur suyuna karışır, fark bile edilmez çoğu zaman.
Bir daha dolamayacak olmak içinizi rahatlatır bir süre.
"Oh be, artık bitti !" dersiniz.
Ruhunuzu ipe asıp havalandırırsınız.
Bir daha tek parça olamayacağınızı anladığınızdaysa duygularınız çoktan etrafa dağılmış olur.
Zaten dağınık olan hayatınızı bu sefer darmadağın olmuş bir şekilde düzene sokmaya çalışırsınız.
Kim bilir, belki başarırsınız...


(08:09) Bu yazıyı yazdığım on beş dakikanın her saniyesinde kulağımda hüzünlü mü umutlu mu bir türlü karar veremediğim bu parça vardı.Umarım umutludur.Keyifle dinleyin.


3 Şubat 2016 Çarşamba

Kim olduğunu bilmediğim birine...

Gün her sabah 07.00'da başlar İstanbul'da.
Ama o sabah çok daha erken başlamıştı benim için.
Giyinip hazırlanmam on üç dakikamı aldı.
On üç dakikanın içine yaptığım kahveden yudumlar sığdırmaya çalışıyordum.
Ağzımı burnumu yakmayı becerip, kafeini de yeterli dozda bünyeme alamadığımı anlayınca termosuma aktardım ve elimde tuttuğum kağıtta yazan adrese gitmek üzere çıktım evden.
Son birkaç dönemdir girdiğim üniversitede girecektim yine açık öğretim sınavına.
Son birkaç dönemde hiçbir şey değişmemişti ve ben yine sınavına gireceğim derslerin isimlerini sınavda öğrenecektim.
Sınava yine aynı fakültede aynı katta farklı bir sınıfta girdim.
Sınavdan ne zaman çıkarsam uçağı kaçırmamın hesabını yaptım sınav başlayana dek, sınav da zaten 30 dakika ya sürdü ya sürmedi.
Alelacele eşyalarımı toparlayıp sınav görevlisine cevap kağıdımı teslim ettim ve koşar adımlarla fakültenin merdivenlerinden indım.
Tam o anda bir şey oldu.
Ve ayaklarım geri geri gitmeye başladı.
Yine koşuyordum ama bu sefer sebebi acelem oluşu değildi.
Bu sefer sebebi içimde kanat çırpışlarını hissettiğim merak duygusuydu.
Geçen sınav döneminde sınava girdiğim sınıfın önünde buldum kendimi.
Bir ileri bir geri yapıp içeride ne kadar öğrenci kaldığına bakıyordum ki tüm bunlar olurken zamanın epeyce geçmiş olmasından olsa gerek son iki öğrencinin de ayaklandığını gördüm.
Onlar kapıdan çıkarken ben içeri dalıverdim ve vize zamanı oturduğum sıranın başına gidip sıranın üzerinde yazanları okumaya başladım.
Sonra oturdum ve mucizenin gerçekleşmesini izledim.
Vize döneminde o sırada otururken sıranın üzerine kime olduğunu bilmeden ve kim olduğumu belli etmeden yazdığım iki satır yerine ulaşmıştı.
O sırada oturana armağan ettiğim bir iki cümle, ona daha önce hiç geçmediği bir kapıyı aralamıştı belki de.
Ve karşılık beklemeksizin yapılmış, umulmadık anlarda gelen mutluluğun insanı kollarından tutup havalara fırlattığını görmüştü.
O da sıraya oturan birilerinin hayatında kısa ama fosforlu bir renk olabilmek için bir şeyler yazmıştı ve şimdi oturup mucizeyi izleme sırası ondaydı.
Yazdıkları bana değildi.Bana olup olmaması önemli de değildi zaten.
Az önce bu sırada sınava giren biri vardı ve o kişi bu sabah şanslı tarafından kalkmıştı.
Şaşkınlık ve mutluluk karması bir duygunun yüzüme yansıması şapşal bir gülümseme olmuş olacak ki koridorda karşılaştığım bir gözetmen gülümsedi bana.
"İyi günler!" derken ağzımdan kelebekler çıkıyordu.
Bu nasıl bir duygu biliyor musunuz?
Hani bazen olur ya resim yapmak istersiniz ve elinizde yalnızca iki renk boya vardır.Bulutları boyamak istersiniz ama "siyah ya da kırmızı bulut mu olur! " der iç çekersiniz.
İşte bu, tam da o anda elinizdeki siyah boyanın mavi boyamaya başlaması gibi bir şey.
Mucizevi bir şey.
"Nasıl olur ya?" sorusunu hem sorduğun hem de çok umursamadığın bir şey.
Bu Claude Monet'in resim hayatını mavi ve kırmızı olarak ikiye ayırması gibi bir şey.
Kırmızı döneminiz başladığında her şeyin aslının görünenden çok daha farklı olduğunu keşfedeceksiniz.
Güzel bir gün olsun ve siz yaşayın.