Fakat yolun ortasında o eski ama değilmiş gibi yapan binanın önünde çakılı kaldım.
Ayaklarım yere dünyanın işini en iyi yapan yapıştırıcısıyla yapıştırılmış gibiydi.
O binanın önünde bana bakan gözlerle gözlerimi buluşturmayalı yıllar olmuştu.
Yıllarca rahatlıkla girip çıkabildiğim, hatta kızı gibi hissettiğim o evin alnı kırışmış,saçları kırlaşmış sahibiydi.
Gözlerine bakınca o küçük kız oluverdim bir anda.
Bir farkla..
Artık o gözler beni kucaklamıyor yalnızca benimle selamlaşıyorlardı.
Bir zamanlar içlerini kavanoz yapıp akıttığım sevgim zamanla buhar olmuş kapaktan sızmıştı belli ki.
İçim burkuldu.
Ne zaman hüzünlensem içimde kopan fırtınaların sesi ağzımdan yüksek çıkmaya başlar,beni tanıyanlar iyi bilir.
Beni tanıyordu ama bunu bilmiyordu.
Öyleyse tanımıyordu beni yalnızca biliyordu artık.
Çocukluğumu biliyordu.
Saçlarımı gergince topladığımı biliyordu mesela.
Artık neden toplamadığımı bilmiyordu.
En sevdiğim dersin matematik olduğunu ama kompozisyon yazmayı hepsinden çok sevdiğimi biliyordu.
Bugünlerde ara ara özleyip matematik soruları çözdüğümü bilmiyordu.
Sınıf başkanı olduğumu, herkes sussun diye kafadan oyunlar uydurduğumu biliyordu.
Feministliğimin ayak seslerini ilk o duymuştu mesela.

Tam ucundaydı halbuki.Hazırdı söyleyeceklerim.
Ama biliyordum söyleyeceklerim gündüz rahatlatacak gece uyutmayacak bir ilaç gibiydi.
Öyle mi düşünür böyle mi düşünmüştürlerin eli dipsiz bir kuyunun ortanca katı gibidir.
Bir kez düşmeye görsün insan.
En alt katı ise dedikodudur.
Bir yerde okudum daha yeni.İnsan dedikodu yaparken bir çöpü hem kapının önüne hem de evinin içine bırakır gibi düşünmeliymiş.
Ne güzel benzetme.
Konuyu değiştirdim bende.
Havadan sudan bahsettim biraz.
Hafif hafif gülümsedim anlattıklarına.
Sonra acelem olduğunu,gitmem gerektiğini bacaklarımın kıpırdanışından anladı.
İyi bak kendine dedi.Söz verdim.
Yürüdüm hızlı adımlarla.
Dilimi tuttuğum bir gündü ve ben ruhumu hafiflettim.