Geçenlerde dinlediğim ve çok etkilendiğim bir Podcast'te konuşmacı ;
"Beş yaşındaki yeğenimin kitabında 'bazen mutsuz olabilir, hüzünlü hissedebilirsin bu çok normal' yazıyor" diyor ve şöyle devam ediyordu,
"Daha da ilginç olanı, yan sayfadaki görselde mutsuzluk, bir illüstrasyon olarak çocuklarla parkta oynuyor, kaydıraktan kayıyor".
Beş yaşındaki bir çocuğun bilinçaltına mutsuz olmanın en az mutlu olmak kadar normal olduğu bilgisi böylece kodlanmış oluyor ve çocuk, bu bilgiye sahip olarak gelişimine başlıyor.
Peki ya sen, en son ne zaman "bir yerde yanlış yapacağım" ön kabulü ile çıktın yola ?
Ya da hiç çıktın mı ?
Yoksa daima mutlu olma odaklı bir hayat mı seninki ?
Öyle ya içine doğduğumuz toplumda bize hep şükretmemiz gerektiği tembih edilmedi mi ?
Aman kızım mutlu ol, bak ailen yanında, seni seven insanlar var, sağlıklısın, insanlar neler yaşıyor şükret..
Bizi mutlu edecek her şeye sahip olduğumuza inandırılmışız ve mutsuz olmayı kendimize hak görmez olmuşuz.
Sıkı sıkı kapatmışız kapılarımızı mutsuzluğa.
Tüm katılığı ile kapıyı açmak için zorlarken, var gücümüzle onu içeri almamaya çalışmışız.
Hayatın bir dönemini kapıya yüklenmek ile geçirirken biz, onun gaz hali ile kapının altından sızdığını fark etmemişiz bile.
Kapıya yüklendiğimiz her an, mutsuzluğa karşı savunma mekanizmaları geliştirdiğimizi sanmışız.
Toparlanıp dışarı atmışız kendimizi gülmüşüz, eğlenmişiz, -mış gibi yapmışız.
Hayatın hiçbir anında mutsuzlukla vakit geçirmek normalize edilmediği için hep çok korkmuşuz.
İyi görünürsek iyi olacağımızı sanmış, görmediğimiz şeylerin olmadığına inanmışız.
Oysa ateşin söndüğü her an ocak kapanmış sayılır mı ?
Fark ettirmeden sızan gaz, zamanla zehirlemez mi seni ?
Fark ettiğinde çok geç olmaz mı her şey için ?
Sen kapıyı zorlarken o dışarıda kalmaya devam ediyor sanıyorsun.
Zaman geçiyor ve bir gün gitti sanıp kapı kolunu bırakıyorsun.
Yorgun düştüğün bu mücadelenin sonunda ilk kez içeriye dönüp duvarlarına bakıyorsun.
Duvarların islenmiş oluşuna ve içerinin havasızlığına anlam veremiyorsun, düşünüyorsun ama bir sebep bulamıyorsun.
"Neden"deyip öfkeleniyorsun.
Öyle ya, sana her şeyin bir nedeni olduğu öğretilmişken "neden ? "
Nefesin düzensizleşiyor.
Tam o anda kapı, tanıdık bir sesle çalıyor.
Hışımla kapıyı açıp hiç hak etmeyen birine ağzına geleni söylüyorsun.
Bu durum kronik bir hal aldığında ise öfkeli oluşunun sana has bir özellik olduğuna inanmaya başlıyor, sorunu kendinde arıyorsun.
Her şeyin nedeni, kapıyı açmamak uğruna verdiğin mücadeleydi aslında, göremiyorsun.
İlk anda tüm katılığı ile içeri girmesine müsaade etseydin zamanı geldiğinde hiçbir yere bulaşmadan girdiği kapıdan çıkıp giderdi belki de.
Ne yapsak ?
Mücadelemizi mutsuz olmamak adına vermekten vazgeçip yönümüzü değiştirsek daha kolay olur mu dersin ?
Yoksa artık çok geç mi sence ?
Bence değil, "kolaylaşır ama her gün yapmamız gerekecek". 18/05/2020 - 19:40
Güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.
'İçimde bir sıkıntı var' dediğimde 'nasıl?' sorusuna 'bilmiyorum' diyemediğim gün yazmaya başladım. http://blog.milliyet.com.tr/cokkumralkadin
18 Mayıs 2020 Pazartesi
10 Mayıs 2020 Pazar
Ayna
Çocukluğuma ait bazı kareler hala zihnimde capcanlı.
Gözlerimi kapatıyorum ve yüksek, demir parmaklıkları olan o okulun kapısından koşarak giriyorum.
Üzerimde pileli mavi bir önlük, saçlarım sağ tarafa doğru sıkıca toplanarak örülmüş. Örgünün bittiği ucunda takılı duran toka, merdivenlerde koştukça aşağıya doğru kayıyor ve günün sonunda mutlaka kayboluyor.
Saçlarım yumuşak olduğu için ipek saçlım diye seviyorsun beni ve tokamın kayıyor oluşuna sebep olarak güzelliğimi gösterip ikna ediyorsun beni.
Yıllar geçiyor ve sen üzüldüğüm, içten içe kendime kızdığım anların hepsinde beni ikna etmek için hep bir yol buluyorsun.
Merdivenleri koşarak çıktıktan sonra hemen sağdaki ilk kapıdan giriyorum. Apar topar elime geçen her şeyi çantama koyup fermuarını kapatıyorum. Askıda duran ceketimi alıp aynı hızla merdivenleri iniyorum.
Hızlı davranmak zorundayım çünkü adımlarım çok küçük ve bir saat içerisinde öğle yemeğini yiyip geri dönmeliyim.
Okulun yan kapısından çıkıp kırk merdiven olduğu söylenen o yoldan çok da yavaş olmayan bir hızla yürüyorum.
Çalıştığın okula vardığımda geri dönmek için yaklaşık kırk dakikam kalmış oluyor.
Okulun bahçesindeki bankta otururken hemen karşıdaki tostçuya seslenip çeyrek köfteli söylüyorsun.
Yıllar geçiyor ve ben her gelişimde aynı yerde çeyrek köfteli yiyorum.
Yemeğimi bitirdikten sonra öğretmenler odasına bakıyorum ve genelde seni orada bulamıyorum.
Koridordan sınıflara doğru yürüyorum ve sen öğle arasını fırsat bilen bir veli ile uzun uzun konuşuyorsun.
Dikkatle seni izliyorum, sen fark etmiyorsun.
Konuşurken dökümlü duran boğazlı kazağının boğaz kısmıyla oynuyorsun, konuşma sırası karşı tarafa geçtiğinde ise sol elini çenenin altına yerleştirip serçe parmağınla alt dudağına hafifçe dokunuyorsun.
Yıllar geçiyor ve etrafımdakiler, dikkat kesildiğim anlarda sol elimi çenemin altına yerleştirip serçe parmağımla alt dudağıma dokunduğumu söylüyorlar. Hayret ediyorum.
Beni fark edince gözlerime bakıp gülümsüyorsun. Hızlı adımlarla bana doğru yürüyorsun, ayakkabının topuğu mermer zemine vurdukça ses çıkıyor.
Yıllar geçiyor ve ben yürüdükçe benimle gelen o ses çok tanıdık geliyor.
Saçlarımdan öpüyorsun, birlikte öğretmenler odasına doğru yürüyoruz.
Adımların hep çok hızlı olduğu için sana yetişmeye çalışıyorum, çoğunlukla arkanda kalıyorum.
Arkanda mis gibi bir parfüm kokusu bırakıyorsun. Hep aynı çiçek kokusu.
Yıllar geçiyor ve kime sarılsam "hep aynı kokuyorsun" diyor. Çiçek özlü parfümümü hiç değiştirmiyorum.
Bir sabah mutfaktan gelen seslere uyanıyorum ve ayılmaya çalışırken koridorda yürüyorum.
Mutfaktan bir şarkı mırıldandığını duyuyorum ve fark ettirmeden şarkıyı bitirene kadar kapıda seni dinliyorum.
Yıllar geçiyor ve ne zaman mutfağa girsem hep bir şarkı mırıldanıyorum.
İçeri girdiğimde "çok ses yapıp uyandırdım seni değil mi, özür dilerim" diyorsun sarılarak.
Mutfaktan gelen o seslerin bana nasıl huzur verdiğini sana söylemiyorum, sıkıca sarılıp omzundan öpüyorum.
Radyoda çalan şarkının sesini yükseltiyorsun ve elimden tutup beni mutfakta döndürmeye başlıyorsun, başta utanıyorum sonra gülüşüyoruz.
Yıllar geçiyor ve ben "nasıl olur"u hiç düşünmeden elini tuttuğum herkesle içimden geldiği gibi dans ediyorum, başta utanıyorlar sonra gülüşüyoruz.
Çiçeklerinle konuşuyor, her yeni tomurcuğa büyük bir sevinçle hoş geldin diyorsun. Herkes onları görsün, mutlu olsun istiyorsun.
Yıllar geçiyor ve çiçeklerim tomurcuklandıkça onlarla konuşuyor, her birinin fotoğrafını tek tek çekip sana gönderiyorum, mutlu ol istiyorum.
Yalın ve dolaysız olmanın sıradanlık olmadığını, kusurların insanı gerçek yaptığı için güzelleştirdiğini söylüyorsun. Beyazlayan saçlarımı boyama fikrini aklımdan çıkarıyorum.
Yaratıcılığın, daha az direncin olduğu yoldan sapmak olduğunu, alışılmış şeylerin yalnızca mutfakta güzel olduğunu söylüyorsun. Tavuğa kremalı sos yapmaktan vazgeçiyor ve dantel desenlerini kullanarak beyaz çamurdan bardak altlığı yapmaya başlıyorum.
Kadın olarak yapabileceğimiz çok şey olduğunu söyleyip bir kooperatife kurucu oluyorsun. Senden öğrendiğimi yapıyor ve çocuklar için kurulan bir derneğe kurucu oluyorum.
Sevgi ve şefkat, her insanın perdelerini aralar diyorsun. Perdenin arkasında olmaktan da perdeleri açmaktan da korkmamaya başlıyorum.
Mekanik işlerin meditasyon olabileceğini, gömleği ütülemeye kollarından başlamam gerektiğini söylüyorsun. Pek sevemesem de öyle yapıyorum.
Konu her ne olursa olsun içimi çürütmemem gerektiğini, bir de yulaflı yoğurda en çok portakalın yakıştığını söylüyorsun. Ne zaman endişeyle başlasam çürüyor muyum diye kendime sorup duygudurumdan sıyrılmaya çalışıyorum. Yulaflı yoğurdu portakalla seviyorum.
Dinlemeden yargılama diyorsun. Önce hep soruyorum, ısrarla soruyorum.
Hikayeler anlatıyorsun, "bu da geçer" diyorsun. Sakinleşiyorum, geçer nasılsa diyorum.
Değişim özünde mutlaka belirsizlik barındırıyorken giderek sana benzediğimi ve aslında değişim esnasında ne kadar da netleştiğimi görüyorum.
Karşılaştığın sınavlarda önemli olan gidiş yoludur diyorsun. Verdiğin, vermekte olduğun her sınavda gidiş yollarına hayran kalıyorum.
"Seni seviyorum" demenin bağışıklığı güçlendirdiğini söylüyorsun. Etrafımdaki herkesin bağışıklığı güçlensin istiyorum ve söylemekten hiç çekinmiyorum.
Seni çok seviyorum. 10/05/2020 - 23:55
Bugün çok güzel bir gün.
Keyifle dinleyin.
Gözlerimi kapatıyorum ve yüksek, demir parmaklıkları olan o okulun kapısından koşarak giriyorum.
Üzerimde pileli mavi bir önlük, saçlarım sağ tarafa doğru sıkıca toplanarak örülmüş. Örgünün bittiği ucunda takılı duran toka, merdivenlerde koştukça aşağıya doğru kayıyor ve günün sonunda mutlaka kayboluyor.
Saçlarım yumuşak olduğu için ipek saçlım diye seviyorsun beni ve tokamın kayıyor oluşuna sebep olarak güzelliğimi gösterip ikna ediyorsun beni.
Yıllar geçiyor ve sen üzüldüğüm, içten içe kendime kızdığım anların hepsinde beni ikna etmek için hep bir yol buluyorsun.
Merdivenleri koşarak çıktıktan sonra hemen sağdaki ilk kapıdan giriyorum. Apar topar elime geçen her şeyi çantama koyup fermuarını kapatıyorum. Askıda duran ceketimi alıp aynı hızla merdivenleri iniyorum.
Hızlı davranmak zorundayım çünkü adımlarım çok küçük ve bir saat içerisinde öğle yemeğini yiyip geri dönmeliyim.
Okulun yan kapısından çıkıp kırk merdiven olduğu söylenen o yoldan çok da yavaş olmayan bir hızla yürüyorum.
Çalıştığın okula vardığımda geri dönmek için yaklaşık kırk dakikam kalmış oluyor.
Okulun bahçesindeki bankta otururken hemen karşıdaki tostçuya seslenip çeyrek köfteli söylüyorsun.
Yıllar geçiyor ve ben her gelişimde aynı yerde çeyrek köfteli yiyorum.
Yemeğimi bitirdikten sonra öğretmenler odasına bakıyorum ve genelde seni orada bulamıyorum.
Koridordan sınıflara doğru yürüyorum ve sen öğle arasını fırsat bilen bir veli ile uzun uzun konuşuyorsun.
Dikkatle seni izliyorum, sen fark etmiyorsun.
Konuşurken dökümlü duran boğazlı kazağının boğaz kısmıyla oynuyorsun, konuşma sırası karşı tarafa geçtiğinde ise sol elini çenenin altına yerleştirip serçe parmağınla alt dudağına hafifçe dokunuyorsun.
Yıllar geçiyor ve etrafımdakiler, dikkat kesildiğim anlarda sol elimi çenemin altına yerleştirip serçe parmağımla alt dudağıma dokunduğumu söylüyorlar. Hayret ediyorum.
Beni fark edince gözlerime bakıp gülümsüyorsun. Hızlı adımlarla bana doğru yürüyorsun, ayakkabının topuğu mermer zemine vurdukça ses çıkıyor.
Yıllar geçiyor ve ben yürüdükçe benimle gelen o ses çok tanıdık geliyor.
Saçlarımdan öpüyorsun, birlikte öğretmenler odasına doğru yürüyoruz.
Adımların hep çok hızlı olduğu için sana yetişmeye çalışıyorum, çoğunlukla arkanda kalıyorum.
Arkanda mis gibi bir parfüm kokusu bırakıyorsun. Hep aynı çiçek kokusu.
Yıllar geçiyor ve kime sarılsam "hep aynı kokuyorsun" diyor. Çiçek özlü parfümümü hiç değiştirmiyorum.
Bir sabah mutfaktan gelen seslere uyanıyorum ve ayılmaya çalışırken koridorda yürüyorum.
Mutfaktan bir şarkı mırıldandığını duyuyorum ve fark ettirmeden şarkıyı bitirene kadar kapıda seni dinliyorum.
Yıllar geçiyor ve ne zaman mutfağa girsem hep bir şarkı mırıldanıyorum.
İçeri girdiğimde "çok ses yapıp uyandırdım seni değil mi, özür dilerim" diyorsun sarılarak.
Mutfaktan gelen o seslerin bana nasıl huzur verdiğini sana söylemiyorum, sıkıca sarılıp omzundan öpüyorum.
Radyoda çalan şarkının sesini yükseltiyorsun ve elimden tutup beni mutfakta döndürmeye başlıyorsun, başta utanıyorum sonra gülüşüyoruz.
Yıllar geçiyor ve ben "nasıl olur"u hiç düşünmeden elini tuttuğum herkesle içimden geldiği gibi dans ediyorum, başta utanıyorlar sonra gülüşüyoruz.
Çiçeklerinle konuşuyor, her yeni tomurcuğa büyük bir sevinçle hoş geldin diyorsun. Herkes onları görsün, mutlu olsun istiyorsun.
Yıllar geçiyor ve çiçeklerim tomurcuklandıkça onlarla konuşuyor, her birinin fotoğrafını tek tek çekip sana gönderiyorum, mutlu ol istiyorum.
Yalın ve dolaysız olmanın sıradanlık olmadığını, kusurların insanı gerçek yaptığı için güzelleştirdiğini söylüyorsun. Beyazlayan saçlarımı boyama fikrini aklımdan çıkarıyorum.
Yaratıcılığın, daha az direncin olduğu yoldan sapmak olduğunu, alışılmış şeylerin yalnızca mutfakta güzel olduğunu söylüyorsun. Tavuğa kremalı sos yapmaktan vazgeçiyor ve dantel desenlerini kullanarak beyaz çamurdan bardak altlığı yapmaya başlıyorum.
Kadın olarak yapabileceğimiz çok şey olduğunu söyleyip bir kooperatife kurucu oluyorsun. Senden öğrendiğimi yapıyor ve çocuklar için kurulan bir derneğe kurucu oluyorum.
Sevgi ve şefkat, her insanın perdelerini aralar diyorsun. Perdenin arkasında olmaktan da perdeleri açmaktan da korkmamaya başlıyorum.
Mekanik işlerin meditasyon olabileceğini, gömleği ütülemeye kollarından başlamam gerektiğini söylüyorsun. Pek sevemesem de öyle yapıyorum.
Konu her ne olursa olsun içimi çürütmemem gerektiğini, bir de yulaflı yoğurda en çok portakalın yakıştığını söylüyorsun. Ne zaman endişeyle başlasam çürüyor muyum diye kendime sorup duygudurumdan sıyrılmaya çalışıyorum. Yulaflı yoğurdu portakalla seviyorum.
Dinlemeden yargılama diyorsun. Önce hep soruyorum, ısrarla soruyorum.
Hikayeler anlatıyorsun, "bu da geçer" diyorsun. Sakinleşiyorum, geçer nasılsa diyorum.
Değişim özünde mutlaka belirsizlik barındırıyorken giderek sana benzediğimi ve aslında değişim esnasında ne kadar da netleştiğimi görüyorum.
Karşılaştığın sınavlarda önemli olan gidiş yoludur diyorsun. Verdiğin, vermekte olduğun her sınavda gidiş yollarına hayran kalıyorum.
"Seni seviyorum" demenin bağışıklığı güçlendirdiğini söylüyorsun. Etrafımdaki herkesin bağışıklığı güçlensin istiyorum ve söylemekten hiç çekinmiyorum.
Seni çok seviyorum. 10/05/2020 - 23:55
Bugün çok güzel bir gün.
Keyifle dinleyin.
5 Mayıs 2020 Salı
Bu Günler (7)
Birilerinin şükür sebebi olmamak için her şeyi o an'a gömmek.
Hepsinin aslında ilk günkü diriliği ile orada kaldığını bilmek.
Sırf adı bu oldu diye üzerine toprak atışım.
Nasılsa görünmüyor diye herkese "sana öyle gelmiş" deyişim.
Nereden başlayacağımı bilemediğim zamanlarda hep başlamamayı seçişim.
Senin ise buna hep kanışın..
05/05/2020 - 02:01
Güzel bir gün olsun.
1 Mayıs 2020 Cuma
Bu Günler (6)
Sana bir sürprizim var desem ne hissedersin ?
Sürprizin ne olduğunu öğrenmek için ısrar eder misin ?
Peki bir ipucu versem, tahmin haklarını kullanırken ne kadar yaklaştığını yüzümden anlamaya çalışır mısın ?
Sürprizin ne olduğunu öğrenmek için ısrar eder misin ?
Peki bir ipucu versem, tahmin haklarını kullanırken ne kadar yaklaştığını yüzümden anlamaya çalışır mısın ?
Ben de öyle yapmıştım, merakıma yenik düştüm ve kestirmeden gitmeyi seçtim.
Bilirsiniz işte merak duygusu sizi bir kere ele geçirdiğinde yolun ne kadar güzel olduğunun hiçbir önemi kalmaz, çünkü aklınızda hep "varmak" vardır.
Sonra ne mi oldu ? Her şey inanılmaz bir hızla sıkıcılaştı.
Sonra ne mi oldu ? Her şey inanılmaz bir hızla sıkıcılaştı.
İnsan, neden nadiren yaşadığı hisleri biran evvel sıradanlaştırıp rahata ermek ister ki ?
Bu, yeni biriyle tanışıldığında gelen "birine çok benziyorsun ama kime çıkaramadım" hissinin bir türevi midir ?
Beyin, her türlü farklılığı diğerlerine benzetmeye ve riski tamamen ortadan kaldırmaya mı programlıdır ?
Filmler bu yüzden mi hep olayların giriş kısmından ibarettir ?
Film boyunca heyecanla beklenen andan sonra yaşanan hiçbir şey, izleyicinin ilgisini çekmez mi ?
Galiba bu yüzden de devam filmleri hep hayal kırıklığıdır.
Sırrın, varmak olmadığını çözdüğümden beri yolları uzatır oldum.
Zaten yörüngeye girdiyse ve bir gün çekirdeğe taşınacaksa neden acele ediyoruz ki ?
Zaten yörüngeye girdiyse ve bir gün çekirdeğe taşınacaksa neden acele ediyoruz ki ?
Günler sonra dün sabah okula bakan o balkonda kahve içerken "ne zaman bitecek bu süreç, belirsizlik beni yoruyor artık " dedi serzenişle.
"Hayatta olması gereken her şey zaten oluyor. Yine varacağız ama aynı yollardan bir kere daha geçmeyeceğiz o yüzden biraz etrafı mı seyretsek" dedim.
Gözlerini farklı bir yöne çevirip güldü. Ne dersem diyeyim varmak için yine acele edecek, vardığında ise hep "keşke" diyecekti.01/05/2020 - 23:24
Yarın anı tüm duygusuyla yaşayabildiğimiz güzel bir gün olsun.
Keyifle dinleyin.
Keyifle dinleyin.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)