30 Mart 2015 Pazartesi

Bozuk Mavi

Beni ben yaptığına inandığım şeylere zaman ayıramadığımda kendime çok kızıyorum.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi.
Devamlı içimde tuttuklarımı kağıtla buluşturmayı hayal ederken tuttuğum kalemle hiç umursamadığım şeyler yazıp çizdim.
İki aralık 'gidip şunları da okusana, sınavda çıkar' diyenler bir yana her iki aralıkta kağıda kısa kısa cümleler yazdım.
Neyse ki beklediğim an sonunda geldi.
Şimdi etrafı kulağımdaki şarkıyla filmmişçesine izlerken önüme yığdığım minik notlardaki duygu karmaşamdan rastgele bir kağıt seçip size okutacağım.
      ...
Üç dört gün öncesine gittiğim günlerden birinde duygu paletinde kendini en belli eden renklerden birinin 'pişmanlık' olduğunu fark ettim.
Benim gözümden bakıldığında pişmanlık, mavinin siyahla bulandırılmış haliydi.
Sanırım içindeki maviliktendi dikkatimi bu denli çekişi.
Bilirsiniz işte maviyi kim sevmez ki..
Mavi 'kendini bana bırakabilirsin' bakışının,kendine tekrar tekrar baktıran rengidir.
Pişmanlık da güvenin siyahla dalgalandırılmış,insanın içine kuşku düşürülmüş halidir.
Dönüp hayatıma baktığımda 'zamanı geri alma butonu'nun eksikliğini en derinden hissettiğim dakikalar pişman olduklarımdı galiba.
Görünüşteki küçüklüğüyle aldatsa da içine bir hayat sığdırabilmiş yuvarlak, sistemi çevirmeli olarak çalışan bir buton bu.
Yıllar bölmesi aylara, ayları günlere, günleri saatlere, saatleri dakikalara hatta dakikaları saniyelere bölünmüş kimisinde saliselere bile yer verilmiş bir buton.
'Yanlış mı yaptım?' sorusu kırmızı alarmı simgeleyen ışığımızı kesik kesik yakmaya başladığı anlarda yavaş yavaş bedenimizle birlikte uykularımızı da ele geçiren duygu.
Üç dört gün öncesine gittiğim günlerden birinde; butonun eksikliğini yaşadığını gözlerime bakamayışından, ellerini bir yerlere sığdıramayışından anladım.
Pişmanlık, onun da bedenini krema torbasına tıkıştırıp, mavisinin içine siyahlar serpiştirdiği hayatların üzerine sıkıyordu.
O torbanın içinden şekli düzgün olarak çıkıyor olsa da o hale gelirken yaşattıklarını unutmayacaktı.
O, torbanın içine sıkıştırılmamış olsaydı belki de asla dağınık hayatını düzene sokması gerektiğinin ayırdına varamayacaktı.
Karşıma geçip 'bugünkü aklım olsaydı' ile başlayan cümleler kurarken tüm bunları yapmasaydı bugünkü aklının olamayacağını ona söylemedim.
Sustum.
O var olduğunu sandığı butonunu hiçbir şeyin olmadığı günlerde sabitlemeye çabalarken ona zamanı geri alamayacağını söyledim.
Bunu söylerken yüzünde gördüğüm hayal kırıklığı çok tanıdık geldi.
Yanından ayrılıp yolda yürümeye başladıktan sonra anımsadım.
O yüzü aynaya baktığım zamanların birinden hatırlıyordum...

21 Mart 2015 Cumartesi

Yüreği zencefil ama ballı

Uzun zamandır yazmadığımı fark ettim.
Bu farkındalığın, kendime yaptığım bir numara olduğunu gelen sınav haftasını temsilen yan tarafımda öğrenilmeyi bekleyen bilgilerden rahatlıkla anlayabiliyorum aslında.
Siz de yaşamıyor musunuz bazen?Yapmak zorunda olup da yapmayı şiddetle reddettiğiniz şeyler için kaçışları işe yarar meşgalelerde bulduğunuzda içiniz daha bir rahat daha bir 'amaan nolacak' olmuyor mu?
Tam olarak 'amaan nolacak' kısmını yaşadığım tatlı huzursuzluk dakikalarındayım anlayacağınız.
Huzursuzluk ama tatlı bir dilimi bu, çünkü çalışmaya çalıştığım günlerin bana kazandırdığı şey çok daha uzun vadeli çok daha 'kendimi buldum' dedirten cinstendi.
Belki de başarının, onların zirvesine oynamak olduğuna inanmadığım için bana öyle geliyor.
Spor yapmak gibi işte.
Ben, dün de bugün de yarışları kazanmak için değil zinde kalabilmek için koştum.
Birilerini geride bırakmak değil de birileri yanımdayken 'kazandım' diyebilmekti amacım.
'Diyebiliyor musun?' derseniz cevabım 'bu sefer yaklaştım galiba' olurdu.
Ait olmadığım bir yerde ait olduğuma inandığım insanların yanında oluşuma gülümserken konuştuklarımıza güldüğümü sandılar.
Bozmadım.
Çok yağmurlu bir günde kafamı sokabileceğim bir saçak altı bulmuş gibi,tam yolumu kaybetmişken tanıdık bir yer görmüş gibi,'sıcacık bir kahve olsaydı' dediğim anlarda kapıdan elinde kahveyle beliren kişinin verdiği mutluluğu yaşar gibiydim.
Ortaya bir şeyler söyledik,konuştukça tanıştık,tanıdıkça paylaştık...
'Biraz oturur, kalkarız' dediğim o yerde uzuun uzun oturduk.
Son bir lokma kalana kadar yedik.
Son bir lokma...
Önemlidir o 'son bir lokma'lar.
Ortadaki tabakta son bir lokması kalmış masalardan samimiyet, sıcak çikolata kıvamında akar, kokusuyla etrafına toplar.
'Tabaktakilerin hepsi bitecek!' cümlesindeki soğukluğun yanında kalmış o 'son lokma' samimiyeti,içtenliği,güveni,ben merkezinin dışına taşabilmiş hayatları tüm kalakalmışlığıyla temsil eder.
Ne zaman o emir kipli cümleyi duysam 'Bırakın arkamdan kovalasın.Kaçarken hayatta daha çok yol alıyorum,hayatımda çiçek açmış ağaçlardan düşen duyguları daha kolay yakalayabiliyorum' diyesim gelir benim.
İşin güzel yanı bunu hep diyesi gelmiş insanlarla birlikteydim ve bu sefer gelen diyesimizi tutmadık.
'Bundan güzel yazı konusu olur' derken güldüm.
'Ağzımdan aldın' derken o da gülüyordu.
Bu, iki 'b' ye ithafen yazılmış,konusu güzel bir zencefil yürekli kız yazısıdır.
Siz siz olun hayatın hiçbir anında önünüze sunulmuş tabaklardan son lokmayı alan o kişi olmayın.
Hem bakarsınız günün birinde bıraktıklarınızı toplayarak sizi bulmuş bir Gretel'le karşılaşırsınız.
Kim bilir...

16 Mart 2015 Pazartesi

Sevgili Kabilem

Annemin 'yarın, senin için her zamankinden farklı bir gün olsun' mesajıyla uyumuştum dün gece yine.
Mesaj hafızamın günleri bilumum hafıza problemleri yaşamaktan korkarak geçiyor bu aralar.
Farklı bir güne açılmayı bekleyen gözlerim, gün boyu geçen haftaki pazarı yeniden yaşıyor oluşuma inanamadı.
Kahve içmeye öğlene doğru çıktığımda gittiğim yer de, cebimde taşıyasımın geldiği genelde(bugün de) bu isteğimi yanımdan ayırmayarak dizginlediğim kişi de,orada tesadüfen karşılaştığım Bora da, Bora'nın çarpık gülümsemesi de, 'bir gün...' ile başlayıp uzun uzun yaptığımız planlar da,kurduğumuz hayaller de,içtiğim kahvenin tadı da aynıydı.
Birkaç saat sonra yalnız kaldığımda her şeyin aynı oluşu pazarın kasvetli havasını da aldı yanına kulağımın dibinde,o rahatsız edici sesiyle bir şeyler söylemeye başladı.
Kulaklığımı takıp aralıksız birkaç şarkı dinlerken suratımı avuçlarımın arasına aldım.
Görüş alanımda ne olduğunu fark etmeden oraya bakıyormuş hissi uyandırırken uzun uzun daldım.
Farksızlığına rağmen güzel başlayan günümü boş bir resim kağıdı yaptım ve düşünce kalemimin siyah tarafıyla kağıda rastgele şekiller çizdim.
Bir zaman sonra rastgele atılmış siyah çizgilerin bir yüz oluşturduğunu fark ettim.
İsteyerek yaratmadığım o şeklin, aynada gördüğümden farksız olduğunu anlamam çok zamanımı almadı.
Günlerimi,aylarımı,yıllarımı boş kağıt yaparak düşüncelerimle boyadığımı, ne yaratıyorsam onu yaşadığımı fark etmemle avuçlarımın arasına aldığım ellerimi dudaklarımın önünde birleştirdim.
Tanıyanlar bilir şaşkınlığımı gizleyemediğim zamanlarda fark etmeden verdiğim ilk tepkidir bu.
Ellerimi henüz normal haline sokamamışken aklımdan geçen cümleleri birleştirmem yaklaşık dört saniyemi aldı.
İyi enerjiyi paketleyip göndermek isterken paketleri karıştırıp her seferinde kötü enerjiyi kargo yaptığım,işi gücü bırakıp benimle uğraşacak olan o evren iç dünyamı enine boyuna içine alan evrendi.
Gerçekten de vardı.
Tüm duygularım da bilişlerim de düşüncelerimle yaratılıyordu.
Şu anda böyle hissetmemin nedeni düşünmekte olduklarımdı.
İçime kırmızıyla bir kıpırtı, maviyle azıcık umut atsam dudak kıvrımlarım bundan nasibini alacaktı.
Kağıt da boya da onu çizecek güç de bendim.
Yıllarca yüreklerin çölde gördüğü serap muamelesi yaptığım 'iyi düşün iyi olsun' cümlesi bir anda tokat gibi çarptı yüzüme.
Kendime geldim.
Derin bir nefes aldım.
İçimde çıktığım yolculukta hiç beklemediğim bir anda hiç ummadığım bir şey bulmanın mutluluğu resim defterime çimen yeşiliyle göz kırptı.
Çizip özgürlüğe uçurduğum kuşlar küçük sevinçler olarak döndüler.
Onları yalnız başıma buldum ama Sanem Altan'ın dediği gibi kabilemle paylaşmayınca o sevinçlerde bir eksiklik oldu.
Sanırım benim kabilem de artık sizsiniz.
Ben de onları size getirmek istedim...

11 Mart 2015 Çarşamba

Çürük Elma

Hayat, sabahın erken saatlerinde başlayan bir okul hissi veriyor bugünlerde.
Gitmeme gibi bir lüksünün olmadığı,yersiz yurtsuz bir okul burası.
Uyabileceğin bir ders programının olmadığı,hangi saatte ne öğreneceğini kestiremediğin bir yer.
Her an 'ben dersimi aldım' dedirtebilecek ama asla bu kadarıyla yetinmeyecek bir okul.
Anlayacağınız 'ben oldum' deyip asla düşemeyecek birer elmayız dalımızda.
Rüzgar sert sert esse de, dallarımız bizi oradan oraya savursa da kopup düşeceğimiz o ana kadar girmediğimiz bir renk hep kalacak.
O son nefese kadar her sabah dersleri seçesimiz kredileri ona göre tüketesimiz gelecek de sınırsız kredimiz olduğunu hep unutacağız.
Kredilerimi bugün aynı dersi ikinci kere almak için harcadım.
"Sınavını tek seferde geçerim.Bunlara bakmaya gerek yok,zaten bir daha çıkmaz" dediğim ne varsa çıktı karşıma.
Çıkan aynı soruydu,gittiğim yolları değiştirdim.Ama vardığım sonuç hep aynıydı.
Bugün de genel algının normal karşılayabildiği iki kere ikiyi dört yapamadım.
Bugün de kendimle savaştım ve içimden çıkamadım.
Bugün de hayatıma topladığım tüm insanları verdikleri güvenle çarpıp verdiğim değere böldüm.Sonuç ne çıktı biliyor musunuz?
"Bu son!" derken gözyaşlarını öfkesine bağlamış bir surat,çatlamış bir elma.
Bugün içten içe çatladığımı hissediyorum.
Bugün güvenimle birlikte sabrım da çatlaklarımdan akıyor.
Ne zaman doğrularımı gerçeklere değişsem içim kararır benim.
Bugün sustukça içim daha çok çürüyecek biliyorum.
Bilsem de susuyorum...


8 Mart 2015 Pazar

Bir Kadın

Bugün hayatımda bir değişiklik yapayım ve pazar yazımı evde değil de insan içinde yazayım dedim.
Yok aslında olay tam da öyle olmadı.
Uykusuz dergisinin bu haftaki sayısında Alpay Erdem, yazılarının okunmasından çok yazım aşamasında izlenmesini sevdiğinden bahsediyordu.
Ben de bu yazım için insan içine karışmanın, gözlem yaparak yazmanın daha samimi olacağına inandım.Evin yakınındaki, kahvenin hemen hemen her türünü bulabileceğiniz, bir yerde aldım soluğu.
Kuruldum bir güzel koltuğa, aldım kahvemi ve başladım yazmaya.
Bu kararın ne kadar da doğru olduğunu sol ön tarafımda arkadaşlarıyla otururken ara ara uzaklara dalan,saçları omzuna gelen, hayatındaki dağınıklığı oturuş şeklinden anlayabildiğim, asık yüzlülüğünü pazarın sıkıcılığına bağlayamadığım, hafif toplu kızdan anlıyorum.
Hemen yan tarafımda da kahvelerini beklerken ayakkabılarını giderek birbirlerine yaklaştırarak insanların onları duyma ihtimalini minimize eden kızlar yer alıyor.
Onlara baktığımda tüm bunlardan çok daha fazlasını görüyorum aslına bakarsanız...               
'Neden?' sorusuna verilecek basit bir cümle haline getirilmeye çalışılmış,yerinin kocasının yanı olduğu sanısı her geçen gün daha çok kanıksanmış,giderek kısıtlanmış, en sonunda da yılın tek bir gününe tıkıştırılmış ve bunun mutluluk verici olduğuna inandırılmış, geleceğin başarılı güzel yalnız kadınları onlar.
'Neden ağlıyorsun?' ile başlayıp 'neden mutlusun?' sorusuna kadar uzanan milyonlarca nedene cevap olmaya çalışan tek bir kadın.
Bu elek mücadelesinde hemcinslerine rağmen eleğin üstünde kalmaya çalışan,savaşan bir kadın.
Karşı cinsi tarafından alay konusu yapılan,eleğin üzerinde kalma ihtimali yok sayılan,üstten bakışlara da burnu büyük tavırlara da maruz kalarak hayat oyununda diskalifiye olmamaya çabalayan bir kadın.
Gözlerinden başka her detayından anlam çıkarmaya çalışan,yürüyüşüne göre damgalayan,giyimine göre layık olduğu şeyleri sıralayan sapkın ruhlara karşı gözleriyle meydan okumaya çalışan,tutamadığı gözyaşlarının zayıflık sanılmasına alışamamış bir kadın.
Sadece şoför koltuğunda oturması önüne koyulmuş bin çeşit hakareti yemesi için sebep kabul edilmiş bir kadın.
Saçlarının açıklığı günahkarlığa ibare sayılırken aynı saçların bakımsızlığı aldatılmasına bahane sayılabilmiş bir kadın.
Erkek hegemonyasının hakim olduğu ataerkil bir toplumda 'anayım ben!' diye bağırabilmiş,kendine saygı duyulmasını yıllarca beklemiş bir kadın.
Sabrım kalmadı cümlesini sarf edip özgürlüğe açılan pencereden uçmayı çocukları için sürekli erteleyebilmiş, 'elbet bir gün' diyerek kendini avutmuş, sözlüğümde bencilliğin zıt anlamlısı olarak yerini almış olan bir kadın.
Son damlayı taşıracak anlarda sergilediği sükuneti zayıflığından diye algılanmış, asla anlaşılamamış bir kadın.
Yeri kocasının yanı değil çocuklarının başucu olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçmış, aynı dilden yayın yapan kanalların arasında şifreli yayına geçen bir kadın.
Hayata getirdiği bir parçasının dudak kenarlarındaki kıvrımları yukarıya baktığı anlarda başkasının mutluluğuyla mutlu olabilmeyi doyasıya yaşayabilmiş,benim için hayatta en zor olanı böylece başarabilmiş bir kadın.
Neden sorusu saçlarını savura savura her sabah kepenkleri açan hayatımızın önünden geçerken merakın bazen acımasızlığı yanında getirdiğini kavrayabilmiş ve karşı koyabilmeyi öğrenmiş bir kadın.
Nedenlerin güzel kokusuna kapılıp gidenlerin, kepenkleri açılmış hayatlarını boş bıraktıklarını anladıklarında o hayatın önünden geçip gitmiş bir kadın.
Koşsalar da üçüncü çekmecedeki iyi niyeti ve merakın yanındaki askıda duran empatiyi yerinde bulamamış kişilerin acımasızlığına karşı dik durmaya çalışan,her sabah aldığı gazeteyle bilenen,sokağa çıkmaktan çekinen,akşam dokuzdan sonra aşağılayıcı sözlerin haklı hedefi olan,kalabalık yerlerde çantasını öne değil arkaya atmaya mecbur kalmış,kitaplarını hep göğsüne bastırıp hızlı adımlarla yürümüş,yere bakmaktan taşların her detayını ezberlemiş,üstüne doğru ittirilmiş insanların temasından kaçınmak için hep kenara çekilmiş, zamanla bunu hayat algısı yapmaya zorlanmış, kenara itilmeye çalışılmış bir kadın.
Üç yüz altmış beş günün bir gününde tıkıştırıldığı koğuştan hava alması için çıkarılmış bir kadın.
Günün kutlu olsun demeye dilimin varmadığı kıyamadığım o güzel kadın...

3 Mart 2015 Salı

Sorgulama

Bir ucundan yakalanmış baharın tatlı esintisine kapılıp giderken askıda unutulmuş ya da bile isteye bırakılmış bir hırka gibiyim bu akşam.
"O'nu giyersem fazla sıcak gelir" cümlesi,'o' olduğumu bilirken,yanıbaşımda sarf edilmiş gibi.
Ceplerime doluşturulmuş bir sürü gereksiz ayrıntının arasında kaybolmuş, tek bir cümle arar gibiyim.
Bir de umutsuz gibiyim bu akşam.
Elimi hangi cebime bir umutla atsam boş dönüyorum anlayacağınız.
Kıyafetlere uydurulamamanın burukluğunu soluk ama derin renklerimde yaşıyorum bu akşam.
'Üşür mü?' diye düşünmekten kendimi alamadan kızıyorum.
Düşündükçe daha çok kızıyorum.
Zaman zaman da yollara düzeni getirmeye çalışan, beyaz çizgilere benzetiyorum kendimi.
Üstüme basıp geçmenin bu denli kolay oluşunu kesik kesikliğime bağlıyorum.
Yaklaşmaktan da uzaklaşmaktan da korkmuyor uğruna yollarına kendimi çizdiğim arabalar.
Böyle zamanlarda çizgilerim birleşiyor ve o, arabanın birindeki,çocuğun elindeki mavi balon oluyorum.
Her üfleyişi sabrımı deniyor.
Burama kadar geldiğinde patlayasım geliyor da korkutursam diye panikliyorum.
Sorgulama kelimesinin insan zihninin aşina olduğu olumsuz anlamı değil de ikinci anlamıyım bu akşam.
Sorguluyorum.
Sorguladıkça içimde kırıp döktüğüm camın arkasından gelen çerçeveye her seferinde daha dikkatli bakıyorum.
Her seferinde gereksiz olanları ceplerimden çıkarabilmeyi biraz daha fazla deniyorum.
Biraz daha fazla başarıyorum.
Bu akşam yarım öfkeli çeyrek buruk tam endişeliyim.
Anlayacağınız bu gece de patlamaya beş varken zaman geriye aktı.
Söyleyeceklerim içimde, acısı derinde kaldı...

1 Mart 2015 Pazar

Nil Takipte

Özgür kız.
Hayata getirdiği minik canın yaşam ünitesini, sol üst köşesinde taşıyan bir kadın.
Bebişine, lokumcuk adını takan güzel bir anne.
Tazecik bir yazar.
Deli dolu bir Nil Karaibrahimgil.
Deli dolu diyorum çünkü ilk karşılaştığımız telefon kartı reklamlarındaki özgür kızdan hala bir farkı yok.
Anne olmanın olgunlaştıramadığı ve olgunlaşamamanın bu denli yakıştığı yegane insanlardan belki de.
Hamilelik ve doğumla birlikte geçen bir buçuk yılın sonunda dün gece ilk konserini verdi ve heyecandan karşımızda tir tir titrediğini gördüm.
Bosbol, rengarenk, yarım kollu, uçuşan etekleri dizine gelen bir elbiseyle karşıladı bizi.
Henüz ilk şarkıya bile girememişken gözyaşlarına boğulmasının sebebini salonun tıklım tıklım dolu olmasına bağlamıştım ki çocuğunu doğuran ebenin gelenler arasında olmasına ağladığını itiraf ediverdi.
Bu duygu karmaşasının, gel gitlerin, gözyaşlarının kahkahalara karıştığı dakikaların ardından kulaklarımızın pasını silmeye gelmişti ki sıra bir itirafta bulundu.
"Kurduğum cümleler saçma olabilir.Ne olur kusura bakmayın, hala emziriyorum.Bebeğin sütle beraber ne içtiği belli değil"demesiyle bizi tekrar aldı bir gülme.
Samimi ve içten sözcüklerden yayılan enerjinin salonda dalga dalga herkese dokunarak dolanışını keyifle izledim bir süre.
Ardından iki kuyruk yapıp geldiği saçlarını açarken kanatlarını ruhuna taktı.
Hep bir ağızdan söylerken büyük bir zevkle izlediğim 'bi küçük eylül meselesi' filmini yaşıyor gibiydim.
Bir baktım Organize İşlerde koşuşturuyoruz bir baktım ki Gülse Birsel'le göz göze gelmişiz 'insanlar hem aşık hem uyanık hem riyakarlar' diye iç çekiyoruz.
Anlayacağınız Yalan Dünya işte...
Bir gün bir bakacağız herkes aynı her şey rüya.
O güne kadar da keşkelerden daha çok 'iyi ki yapmışım' diyeceğiz tıpkı Nil gibi.
Resmen Aşığım şarkısının sonunda 'iyi ki yapmışım'ları arka arkaya söylerken hayatta ne çok iyikim olduğunu ve dün gece hepsini yâd ettiğimi fark ettim.
İyi ki yapmışım...
İyi ki tanımışım dediğim tüm insanlar için şarkının sırası geldiğinde' yok ki senin bir yedeğin' diye bağırdım.
Hissetmelerini dileyerek söyledim.
Hissetsinler diye gittikçe daha çok daha da çok yüksek sesle söyledim.
Nil'in deyişiyle kudurduk kudurduk daha çok kudurduk çıldırdık çıldırdık daha çok çıldırdık.
Sıra 'rüzgar' şarkısına geldiğinde, insanlık hali, nakaratı kaçırınca tüm dinlemeye gelenler bir alkış kopardı.
Bizden geçen 'dert etme'mesajını eteklerine taktı ve onun rüzgarıyla dönmeye devam etti.
Dans ederken yüzüne gelen saçlarından sıkılınca örüverdi ya da 
kek yaparken saçlarını toplamasını öğretmişti annesi o küçük bir kızken.
Sonra beraber üç yumurtayı kırdık önce portakal dilimledik ince ince..
Anlayacağınız kalktık ve tüm sevdiklerimize kek yaptık.
Konser sonuna doğru gelirken sahneye siyah minicik elbisesine taktığı gerçek kanatlarıyla çıktı.
Birileri belli ki onu prenses, peri sanıyordu.
Son şarkısı ise en kendimi bulduğumdu.
Nefes aldım nefes verdim burdayım pes etmem yok.
Ben buraya çıplak geldim heyhat utanmam yok derken düzensizlik içinde yarattığı düzende koreografik bir şekilde kafasına göre dans etti.
"Hayatta hiç utanmanız olmasın.İnandıklarınızı hep bağırarak söyleyin çünkü hepimiz hayattayız" diyerek sahneden çıktı.
Arkasından alkışlamaya devam ederken 'inandıklarımı herkese ve her şeye rağmen bağırarak söylemekten asla vazgeçmeme' konusunda kendime söz verdim.
Güzel bir akşamdı ve biz NİLlendik.